01 Haziran 2009 00:00

EKONOMİ VE POLİTİKA

Bireysel akademik nitelik topluma mesaj verme özelliği taşıdığı sürece, akademik etiğin korunması güçleşmektedir. Zira, toplumsal güç odaklarının başat ideolojisinin tüm topluma serpiştirilmesi ve benimsetilmesinde akademik unvanlı kişilerin toplum önünde konuşmaları oldukça etkili olmaktadır.

Paylaş

Bireysel akademik nitelik topluma mesaj verme özelliği taşıdığı sürece, akademik etiğin korunması güçleşmektedir. Zira, toplumsal güç odaklarının başat ideolojisinin tüm topluma serpiştirilmesi ve benimsetilmesinde akademik unvanlı kişilerin toplum önünde konuşmaları oldukça etkili olmaktadır. Ekonomide gelir dağılımı bozuldukça, söz konusu güç ajanlarına ihale edilen görevlerin fiyatı da yükselmekte ve akademik etiğin korunması neredeyse olanaksız hale gelmektedir. Geçtiğimiz hafta sonunda milyon dolarlar saçılarak yurt dışından getirilmiş olan akademisyenlerin yüklendikleri görevin, küresel krizde merkez kapitalizmin Türkiye’ye biçtiği rolün, bilimsel görüntü ve ifadelerle halkımıza kabul ettirilmesinden başka bir şey olmadığı anlaşıldı. Öyle anlaşılıyor ki, profesörlerin holdingleşmesine paralel olarak, küreselleşme çağında da akademik görüntülü seminerler veya kongreler holdingleşmektedir.
Geçen hafta sonunda, bir dizi finans kuruluşunun finanse ettiği ve dünyanın (tabii ki, ABD’nin!) önde gelen akademisyenlerinin katıldığı toplantıda, ne dünya krizinin yapısal analizi yapıldı, ne de Türkiye’nin 2000 yılından beri uygulamakta olduğu IMF politikalarının analizi ve bu politikaların Türkiye’yi taşıdığı noktanın eleştirisi gündeme getirildi. Basından edinilen bilgilere göre, hiçbir yoruma ve analize girilmeden, kriz veri olarak kabul edilerek, Türkiye’nin IMF ile görüşme masasına oturmasının ve anlaşma yapmasının Türkiye’ye yabancı yatırımcıların güvenini artıracağı yönünde telkinlerde bulunuldu. Özelleştirme görüntüsü altında ekonominin altın yumurtlayan tavuklarının yabancılara teslim edilmesinden söz edilmeden, gelir dağılımı ve görgüsüzce yapılan lüks tüketime hiç dikkat çekilmeden, tasarrufların yükseltilmesi gerektiği telkinlerinde bulunuldu. Ondan sonra da, ekonomide mucize yoktur, hatırlatılmasında bulunuldu.
Türkiye ekonomisi, geçmişte olduğu kadar, özellikle de 2000 yılından sonra, bir yandan dünya finans piyasasında oynayan parazitlerin yüksek faize hücumuna, diğer yandan da tüketime bağlı olarak, ekonomik göstergeleri yapay olarak şişirip, dünya emperyalizmine soyulurken, bizzat bu çevrelerin destek ve gayretleri ile içeride de siyasal istikrar görüntüsü sağlayabilmiştir. Üstelik de, bu programın adı “Güçlü Ekonomiye Geçiş” olarak belirlenmiş idi! Ne hazindir ki, “Güçlü Ekonomiye Geçiş” projesinin mimarları, bugün gelmiş IMF ile el sıkışmanın ülkeye olan güveni yükselteceğinden söz edebilmektedir! Oysa, söz konusu güçlü ekonomi projesi yüksek faiz ve baskılı kur politikası ile içteki üretimi dış odaklara taşıyarak, ekonomiyi tedricen montaj ve tüketim merkezi konumuna çekti. Bundan dolayıdır ki, hem işsizlik olağanüstü boyutlara yükseldi, hem de özel kesimin dış borçları aşırı düzeye çıktı, üstelik de cari açık da bir sorun olarak karşımıza dikildi. İster özel ister kamu kesimi olsun, bir ekonominin cari açığı ile beraber dış borçluluğu yükseliyorsa ve bu borçlar ödenmek durumunda ise, artık o ekonomide iç tasarrufların yükseltilmesinden kolayca söz edilemez.
Sanki, şimdiye dek uygulana gelmiş IMF programı bu sonuçlardan sorumlu değilmiş gibi, tüm geçmişin üzerine bir sünger çekilerek, yine IMF ile anlaşma yapılması önerisi üzerinde duruluyor. Hal böyle olunca, dünyaca ünlü akademisyenlerin “holding konferansı”ndaki mantığı nasıl açıklanabilir? Bu sorunun yanıtını, “dünyaca ünlü akademisyenler” ifadesini “dünya sistemi akademisyenleri” olarak dönüştürürsek, daha rahat bulabiliriz. Burada görev, dünya kapitalist sisteminin suhuletle işleyişinin sağlanmasıdır. Dünya kapitalist sisteminin bizim gibi çevresel ekonomilerin başına diktiği komiser ise IMF’dir. Bu bağlamda IMF’nin görevi ise, bir yandan iç tüketimi kısarak dış sorumluluğun aksamadan yerine getirilmesini sağlamak, diğer yandan da, böylece dış dünyaya güvenli ekonomi görüntüsü verilerek, Türkiye’yi yabancı sermaye için önemli bir pazar konumuna getirmektir.
İZZETTİN ÖNDER
ÖNCEKİ HABER

Gözler yine mayın tasarısında

SONRAKİ HABER

Halkı pazara değil mücadeleye çağırın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa