03 Haziran 2009 00:00
Geleneği algılayarak çağdaşı özümsemek
MÜZİĞİ senfoni formunda dinlemeye alıştırılmış insanlardan, bir enstrümanın dünyasına girmelerini, özelden genele ulaşmalarını beklemenin zorluğu artık kabul edilen bir gerçek olsa da...
MÜZİĞİ senfoni formunda dinlemeye alıştırılmış insanlardan, bir enstrümanın dünyasına girmelerini, özelden genele ulaşmalarını beklemenin zorluğu artık kabul edilen bir gerçek olsa da, Türkiyede, hemen her müzik dalında, imkansızın sınırını zorlayan, hatta o sınırın dışına çıkan icracılar, bu konuda karamsar olmamak gerektiğini belleklere kazımaya devam etmektedirler.
Hasan Esen, bu sanatçıların en önemlilerinden birisidir ve o sadece; rebabı udu, kemanı ve klasik kemençeyi aynı hüneri sergileyerek icra ettiği için önemli bir sanatçı değildir. Eline aldığı her enstrümanı bir müzik türünün ve bir milletin temsilcisi olarak görmeyerek de bu önemini perçinlemiştir.
Dünyaya geldiği Sivasta bağlama dinleyerek büyüyen sanatçı, profesyonelleşme aşamalarını, 70li yıllarda dairesine girdiği kemanla kat etmeye başlamıştır.
İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarına kaydolmadan önce teorik zeminini, Sivasta kapısını aşındırdığı Halk Eğitim Merkezinde ve katılmayı ihmal etmediği çeşitli topluluklarda hazırlamıştır.
Konservatuvarda İhsan Özgenden klasik kemençe öğrenecek olan Esen şanslıdır: Nida Tüfekçiden İnci Çayırlıya, Niyazi Sayından Cahit Atasoya uzanan geniş bir yelpaze onu beklemektedir. O da bu fırsatı çok iyi değerlendirdiği için icra ettiği enstrümanları bir müzik türünün ve bir milletin temsilcisi olarak görmemiştir.
1981 yılında TRTye klasik kemençe sanatçısı olarak katılan Hasan Esen; hocası İhsan Özgenden Necdet Yaşara, Süleyman Ergunerden Nezih Uzele kadar birçok kalburüstü ismin albümüne katkıda bulunmuştur.
Kolektif bilince olan inancı onun; Bosphorus, Anadolu Feneri, Lalezar gibi gruplarla ve kendisinin kurduğu gruplarla gerçekleştirdiği çalışmaların perdesini aralamıştır.
Çalışmaları sınırları aşan Hasan Esen, Kalan Müzikten çıkardığı ve rebabla halleştiği albümünde Arıxı da icra ederek etnisiteye kadar uzanmasını bilmiştir. Bu tutumuyla, Sanat Musikisini belli kalıpların dışına çıkarmamakta ısrarlı çevrelere de taşı gediğe oturtan bir karşılık vermiştir.
Bu çalışması, Davud Peygamberin icra ettiği rivayet edilen, Mevlana Celaleddini Ruminin de nasiplendiği rebabın üzerindeki ölü toprağını kaldırmış ve enstrümanı kitleselleştirmiştir.
2009da klasik kemençe taksimlerini bir albümde toplayarak dinleyicilerinin karşısına çıkan Hasan Esenin enstrümanlarının milliyetçilik kadar cinsiyetçiliğe de geçit vermediğini özellikle vurgulamak gerekir.
Esen, icra edilecek eseri yorumlayacak olan sesin geniş ve derin bir birikimden geçmesini bekleyerek dokunmaktadır enstrümanına.
Makamlar arası yolculuk müzikler hatta metinler arası yolculuğu da beraberinde getirmektedir.
Bir konçerto dinleyeceklerini sanan dinleyiciler, birden değil ağır ağır bir senfoni ummanında bulurlar kendilerini. Son dönem şiirinde müziği yoğun bir şekilde kullanan Emel İrtemin ve Yaprak Ünvarın imge dünyalarıyla Hasan Esenin notasyonu arasında bu bağlamda bir akrabalık olduğunu da hatırlatmak gerekir.
Bestelerinden biriyle Tamburi Cemil Bey adına verilen ödüle layık görülen ve ödül dağarcığını genişleten, Adapazarı ve Haliç Üniversitesi konservatuvarlarında klasik kemençe dersi de veren Hasan Esenin dünyası, geleneği eksiksiz bir şekilde algıladığı için çağdaşı tam anlamıyla özümseyen bir dünyadır ve 2000li yılları idrak eden Türkiye insanının sadece müziğe değil, hemen her unsura bu anlayışı içselleştirerek yaklaşması gerekmektedir.
Müzik başta olmak üzere hemen her unsurda yaşanan sorunla cebelleşirken içselleştireceği bu anlayış, onun her daim yardımcısı olacaktır.
Mehmet Akif Ertaş