03 Haziran 2009 00:00
UFUK
Başbakan Erdoğan, partisinin dünkü grup toplantısında, mayınlı arazilerin İsraile verileceğine dair eleştiriler karşısında Davostaki tavrını anımsattı.
Başbakan Erdoğan, partisinin dünkü grup toplantısında, mayınlı arazilerin İsraile verileceğine dair eleştiriler karşısında Davostaki tavrını anımsattı.
O dönem, İsrail ile anlaşmaları askıya almayı bile göze alamayıp, süreci söylem muhalefetiyle geçiştiren Erdoğan, mayın meselesinde de aynı şeyi yapıyor.
Mayınlı arazilerin, temizlendikten sonra topraksız köylülere verilmesine bir türlü içi el vermeyen Başbakanın, bölgede istihdam sorununa çözüm diye öne çıkardığı koruculuğun sonuçları, Bilge köyündeki katliamda görüldü. Önceki gün de Urfada 3 kişi yine korucu terörünün kurbanı oldu. Acaba Başbakan, korucuların bölgedeki istihdam sorununu öldüre öldüre mi çözeceğini düşünüyor?
Başbakan demagojik söylemlerle geçiştirmeye çalışsa da talep ortada duruyor. Dün, gazetemizin politika sayfasının manşetinde, arkadaşımız Cumhur Daşın haberinde, Tüm Köy-Sen Batman Şube Başkanı Mehmet Salih, mayından arındırılan arazilerin yıllardır mağdur edilen topraksız köylüye dağıtılmasını öneriyor. Ziraat Mühendisleri Odası Diyarbakır Şube Başkanı Mervan Kaya da, yasa tasarısının kabulü halinde şirketlerin 2058 yılına kadar bu arazileri kullanacağına dikkat çekiyor.
Bilim insanları da, aynı görüşü dillendiriyorlar.
Örneğin Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, mayından arındırılacak toprakların köylüye verilmesi gerektiğini savunurken, bunu şöyle gerekçelendiriyor: Kapitalist işletmecilere göre köylülerin bir avantajı da yaşadıkları yere sadece maksimum kâr sağlanacak yerler olarak bakmamalarıdır. Köylüler, çevrenin koruyucusu olmaya daha çok eğilimlidirler. (Evrensel, 22/05/2009)
Özkaya, Maliye Bakanı Mehmet Şimşekin Bundan önce toprak reformu çerçevesinde, bu türden dağıtımlar yapıldı. Ama tarım alanlarının verimli kullanılması anlamında optimal bir ölçeğe hiçbir dönemde ulaşılamadı sözlerinin de, tarihsel gerçeklerle uyuşmadığını hatırlatıyor: Türkiyede hiçbir zaman köklü bir toprak reformu yapılmamıştır. 1945 Toprak Reformu Kanunu toprak ağalarının muhalefeti ile karşılaşmıştır. 1950de işbaşına gelen Demokrat Parti, aslında reforma muhalefet eden toprak ağalarının girişimi ile kurulmuştu. Toprak Reformu Kanununa bağlı olarak dağıtılan arazinin yüzde 96.6sı Hazine arazisi, sadece yüzde 0.5i şahıslardan kamulaştırılan araziydi. Yasanın öngördüğü kuruluş ve işletme sermayesi sağlama, canlı ve cansız demirbaş verme hükümleri göz ardı edildi. Bu yüzden kendilerine toprak verilenlerin büyük çoğunluğu verimli aile işletmeleri kuramadılar. (Saim Kendir, Toprak Reformu Kongresi, 2005, TMMOB)
Sonraki çabayı 1973te görüyoruz.19 Temmuz 1973te Toprak ve Tarım Reformu Kanunu yürürlüğe konuldu. Sadece bir il, Şanlıurfa ilk uygulama bölgesi olarak ilan edildi. 75 bin aile toprak edinmek için başvurmuştu. Toprak dağıtımı ve topraklandırılanların örgütlenmesi ve desteklenmesi için tüm hazırlıklar yapılıyordu.
CHP-MSP koalisyonu, Kıbrıs Harekatından sonra iktidarı terk etti. Nisan 1975te Adalet Partisi-Milli Selamet Partisi-Milliyetçi Hareket Partisi (1.MC) koalisyonu iktidarı devraldı. Yasayı amaçları doğrultusunda etkin bir biçimde uygulayan teknisyenler saf dışı edildi. Yasa yürürlükte idi, kamulaştırmayı durdurmak olmazdı; ancak yavaşlatılabilirdi. Yavaşlatıldı. Göstermelik ufak dağıtımlarla sadece 1218 aileye toprak verildi. DSİnin açtığı kuyular için satın alınan pompalar bağlanmadı, sulama yapılmadı, traktörler ve tarım makineleri çürümeye terk edildi, kooperatifleri desteklemek için oluşturulan fonlar siyasi amaçlarla kullanılmaya başladı. (Saim Kendir, aynı yayın)
Görülüyor ki maliye bakanımızın sözünü ettiği reformlar sürekli torpillenmiştir.
Yeterince açık değil mi?
Yazımızı, Özkayanın yazısının sonundaki şu çağrıyla bağlayalım: Topraksız veya az topraklı Türkler, Kürtler, Araplar, Süryaniler, haydi bu defa birleşin ve toprak edinme hakkınızı savunun, yabancı şirketlere bu toprakları kaptırmayın! Yoksa yeni bir ağanız olacak!
FATİH POLAT