04 Haziran 2009 00:00

MERCEK

Türkiye-Suriye sınırındaki 250 bin dönüm mayınlı toprağın mayınlardan temizlendikten ...

Paylaş

Türkiye-Suriye sınırındaki 250 bin dönüm mayınlı toprağın mayınlardan temizlendikten sonra nasıl ve kim tarafından işletileceği ya da işletilmesi gerektiği üzerine tartışma, Türkiye’de toprak sorunu ve topraksız-az topraklı köylülerin toprak talebi sorununa ilgiyi yeniden yoğunlaştırdı. Aralarında Tüm Köy-Sen’in de bulunduğu çeşitli örgütler, “mayınlardan temizlenecek toprakların, yoksul, topraksız ve az topraklı köylülere dağıtılması” talebini gündeme getirdiler. Bu talep ve büyük toprak sahibi aşiret ağaları/şeflerinin, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgede sahip oldukları çok geniş toprakların varlığı ve bu büyük toprak mülkiyetinin devlet tarafından tekelci burjuvazi yönetiminde Kürt burjuva feodal kesimlerle iş birliğinin dayanağı yapılmış olması, Türkiye’de toprakların kullanımı üzerine bir tartışma ve tutumu önemli kılmaktadır.
Türkiye’de “ağalık sistemi” ve “toprak sorunu” uzun yıllar tartışılmış, toprak reformu yapılmaması eleştirilmiş, çeşitli burjuva partileri, “eğer hükümet olurlarsa toprak reformu yapacaklarını” ilan etmişler, ardından hükümet partisi olarak işbaşına geldiklerinde söylediklerini “unutarak”(!) hakim sınıfın devlet politikasına uygun siyaseti sürdürmüşler ve yoksul-emekçi köylüye karşı baskı ve sömürü ittifakını sağlamlaştırarak sürdürmüşlerdir. Bu sürece çok kısa ve olabilecek en özet haliyle baktığımızda, ‘manzara’ şöyledir: Cumhuriyetin kuruluş yıllarında tarımsal nüfusun yüzde 1’ini oluşturan toprak ağaları, tüm toprakların yüzde 39.3’üne sahip iken, yüzde 4’ünü oluşturan zengin köylüler yüzde 26’sına, yüzde 87’sini oluşturan yoksul köylüler yüzde 34.5’ine sahip idiler. Tarımsal nüfusun yüzde 8’i ise tümüyle topraksızdı. Tüm Türkiye’de üretim alanlarının yüzde 82’si tarım ağırlıklı olup nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgelerde yaşamaktaydı. Cumhuriyetin kuruluş yılları, burjuva Türk milliyetçi yönetimin “ulus ve ülke oluşturma” amaçlarına uygun “azınlıklar” politikasına bağlanmış toprak politikasının izlendiği yıllardı. “Göçmen Türkler”, “mübadele siyaseti kapsamında getirilmiş olanlar” ve bulundukları bölgeden alınarak başka bölgelere yerleştirilmiş olanlar toprağa bağlanarak, “ulus bütünlüğü” gerçekleştirilmek istendi. Yeni burjuvazinin feodal güçlere karşı politikasının eklektik, uzlaşmacı karakterine uyum gösterdiği oranda bu politika “ekonominin yeniden şekillendirilmesi programı”na da hizmet ediyordu. Türk ulusal kurtuluş savaşının “Türk-Kürt ittifakı” ve halk kitlelerinin büyük fedakarlıklarıyla kazanılması sonrasında uygulamaya konan iktisadi politikanın Kürtlere yönelik ‘ayağı’nda, ulusal talepler iddiasındaki Kürtlerin tasfiyesi, sahip oldukları büyük mülkiyetin korunması temelinde iş birliği içindekilerin mükafatlandırılması yer alıyordu. Burjuva yönetim, feodal güçleri ve iktisadi-sosyal yaşamdaki etkilerini tümüyle tasfiye etme politikasına sahip değildi. “Feodal zümreler”e karşı nutuklar, büyük toprak mülkiyetine karşı sözde kalmakla sonuçlanan tartışmaların ötesine geçmiyor, çok küçük bir iki adımın ötesine geçilemiyordu. Toprak reformu üzerine politika ve söylem sonuçta gelip Kürt başkaldırıları gerekçeli “Kürt feodal zümreleri”ne karşı izlenecek politikaya bağlanıyor, esas olarak o çerçevede kalıyordu.
Bu durumda ise devlet ve hükümetlerin politikasına “iş birlikçilik yapanı koru ve mükafatlandır; karşı çıkıp ulusal taleplerde bulunanı imha et ya da sürgüne gönder” anlayışı yön veriyordu. Bu politika, sosyal-iktisadi koşullardaki gelişmelere ve ulusal ve uluslararası alandaki değişmelerin etkilerine bağlanarak temel özellikleriyle günümüze kadar sürüp geldi. Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi değişik dönem ve tarihlerde “toprak reformu”nu seçim ve hükümet programlarına alarak tartışma konusu haline getirdiler. Sonuç, büyük toprak sahipleri mülklerinin ve etkilerinin güçlendirilmesi oldu. 1940’larda, ‘60’lı-70’li yıllarda “toprak reformu” adına sözüm ona yürürlüğe konmuş kararlar sonradan geri alınırken, 1980 sonrası yıllarda Kürt hareketinin ulusal hak eşitliği talebiyle yeniden yükselişe geçmesi karşısında gündeme getirilen koruculuk sistemiyle iş birlikçi Kürt aşiret şeflerinin “mülkü” korumaya alındı. Sedat Bucak ve Tahir Adıyaman isimleri aynı zamanda en etkili korucu ağaları olarak öne çıktılar. Bucaklar ve Zirkiler, Kürt emekçilerinin karşısına korucu kelle avcıları ordusunun ağaları olarak da dikildiler. Devlet ve hükümet politikalarının bir diğer yanını, Kürt ulus hareketine karşı da kullanmak üzere “sınır toprakları”nın mayınlanması oluşturdu. Yüz binlerce dönüm toprak mayınlanarak; yoksul ve topraksız Kürt köylüsüne yasaklandı, üretime kapalı tutuldu.
Bütün bunlar ve Kürt emekçilerine karşı izlenen politika, mayınlı toprakların yeniden üretime açılmasında topraksız-az topraklı Kürt köylüsünün yerinin ne olacağına ve büyük toprak sahibi Kürt aşiret şeflerinin el koydukları toprakların geleceğine ilgiyi artırmaktadır. Mayınlardan temizlenmiş arazinin modern tarıma açılarak halkın ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirilmesi ve topraksız-az topraklı emekçilerin kullanımına verilmesi, topraksız-az topraklı köylülerle topraklarından zorla çıkarılmış ve yoksulluk ve yoksunluğun girdabına atılmış emekçilerin de isteğidir. Bu durum, Kürt emekçi kitlelerinin, yanı başlarında bu kadar geniş ve verimli topraklar duruyor ve iş birlikçi büyük toprak sahipleri, devlet ve hükümetlerle iş birliğinde sahip oldukları bu serveti dayanak ediniyorlar ve korucu barbarlığı bu güç ve iş birliği üzerinden gerçekleşiyorken, buna sür-git sesiz kalmayacaklarının da göstergesidir. (Konuya ilişkin irdelememiz devam edecek!)
A. Cihan Soylu
ÖNCEKİ HABER

Alevi Çalıştayı sancılı başladı

SONRAKİ HABER

KKTC’de ‘toprak verme’ tartışması sürüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...