07 Haziran 2009 00:00
MİNERVANIN BAYKUŞU
Yazı yazmanın en zor kısmı olayı bol bir memlekette o hafta neyi yazacağınıza karar vermek olsa gerek. Obama Mısırdan selamun aleyküm demiş, dinler ve kültürler üzerine bir sürü şey söylemiş, tarihten gelecekten söz etmiş; söyledikleri üzerine denilmemiş laf da kalmamış. Nâzım Hikmetin ölüm yıldönümü vesilesiyle memleketin dört bir yanında etkinlikler düzenlenmiş, İstanbulda bahar-yaz etkinliklerinin biri bitiyor biri başlıyor. Hepsi hakkında denecek laf çok. Ama öyle olaylar da var ki orada söz bitiyor, diyecek bir şey bulamıyorsunuz.
Yazı yazmanın en zor kısmı olayı bol bir memlekette o hafta neyi yazacağınıza karar vermek olsa gerek. Obama Mısırdan selamun aleyküm demiş, dinler ve kültürler üzerine bir sürü şey söylemiş, tarihten gelecekten söz etmiş; söyledikleri üzerine denilmemiş laf da kalmamış. Nâzım Hikmetin ölüm yıldönümü vesilesiyle memleketin dört bir yanında etkinlikler düzenlenmiş, İstanbulda bahar-yaz etkinliklerinin biri bitiyor biri başlıyor. Hepsi hakkında denecek laf çok. Ama öyle olaylar da var ki orada söz bitiyor, diyecek bir şey bulamıyorsunuz.
4 Haziranda Günlük gazetesinin birinci sayfasında çıkan bir haber işte öylelerinden. Pervari-Siirt Karayolu üzerindeki arama noktasından geçen bir araç durdurulur. İçindekilerin kimlik kontrolü yapılır. Araçtakilerden birinde Pervariye bağlı Zêrîn (Gölköy) Köyünden alıp Siirte götürmek istediği peynir vardır. Aracı durduran askerler, peynir taşıyan bir köylüden muhtar onaylı bu peyniri kendime götürüyorum imzalı belge isterler. Bunun üzerine minibüs 5 kilometre uzaklıktaki köye geri döner. Köylü, burada askerlerin istediği belgeyi muhtardan alıp askerlere gösterdikten sonra peynirini geri alabilir.
Bu, o anda araçtaki köylüleri strese sokan komiğin komiği duruma ne diyebilirsiniz ki?
Eskiden olsa bu tür hikayelere tam Aziz Nesinlik denirdi. Aziz Nesin, ana öykünün küçük ayrıntılarını bulur, o ayrıntıları öyle işlerdi ki ana öykü gülünçleşir, hiçleşirdi. Peyniri kendime götürüyorum ibareli kağıdı muhtardan alan köylünün küçük hikayesi de OHAL gibi büyük bir hikayeyi Aziz Nesine gerek kalmadan nasıl da gülünçleştiriyor burada. OHAL çoktan kaldırılmış ama geriye işgüzarlığı miras kalmış. Köylünün, kendisine peynir götürmesine ve bunu yazılı olarak ibra ettirmesine, bu belgeyi isteyen zır cahil görevliye gülüyorsunuz sadece.
Hadi OHAL memleketin yarısını hukuki bir düzenden yoksun bırakmış, bölgeye atanmış memurlara sınırsız sorumsuz egemenlik tanımıştı. Kimbilir bu keyfiyetin zıvanadan çıkmasına ilişkin ne kadar çok öykü biriktirmiştir OHAL bölgesinde yaşamak zorunda kalan sakinler. Ama ya hukuki prosedürleri uygulamak zorunda kalan bir mahkemenin; Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin DTPnin aday tanıtım toplantısına katılan ve slogan atmadığı halde slogan atanlara zıplayarak eşlik ettiği iddiasına dayanarak Kenan Doğru hakkında verdiği 10 ay hapis cezasına ne demeli? Kenan Doğru slogan atanların yanında duruyormuş, çalan müziğin ritmine uyarak hoplayıp zıplamaya başlamış. Mahkemenin kararına bu zıplama örgüt propagandası yapmak olarak geçmiş. Doğrunun avukatı da müvekkilinin zıplayarak örgüt propagandası yaptığının, örgütü övdüğünün kesinleşmesinden şaşkın.
Şaşırmamak mümkün değil.
Biraz da Aziz Nesinin, yazılacak bu kadar çok mal-zeme varken erken ölmüş olmasına hayıflanıyoruz. Yine de, memleket böyle bir memleketken, aslında ne kadar ağır şeyler yaşanıyor olsa da hepsinin altından Nesinin miras bıraktığı humor duygusuyla kalkabilecek olmak yeterince avutucu. Fransız Devrimi döneminde yaşamış Mizah Ustası Daumier gibi, her türden tiranın, onlarla alay ettikçe yıkılacağına Aziz Nesin de inanmıştı. O yüzden tiranları en heybetli oldukları zamanlarda en gülünç, en çarpık halleriyle gösterdi okurlarına.
Aslında şimdilerde, keyfiyet, hamamdan fırlamış gibi çırıl çıplak dolaşmakta bir mahsur görmediği sürece birinin bu çıplaklığı göstermesine ihtiyaç da yok. Kendi kendisini kanıtlamaya çalıştıkça gülünç duruma giren bir otorite karşısında söz bitiyor zaten.
Yine de alay edelim... yıkılsınlar.
NURAYSANCAR