09 Haziran 2009 00:00
DÖNÜŞÜM
Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri sona erdi. Seçimlerin daha kapsamlı bir analizi gerekli olmakla birlikte, burada elde edilen ilk bilgiler doğrultusunda bir ön bilanço çıkarmakla yetineceğiz.
Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri sona erdi. Seçimlerin daha kapsamlı bir analizi gerekli olmakla birlikte, burada elde edilen ilk bilgiler doğrultusunda bir ön bilanço çıkarmakla yetineceğiz.
Avrupa genelinde seçimlere katılım daha da geriledi. Bu sonuç, geçmiş seçimlerde olduğu gibi bu kez de kamuoyunda APnin meşrutiyetinin sorgulanmasına neden olacak. Neredeyse bütün ülkelerde hükümet partileri çok ciddi oy kaybettiler. Bazı ülkelerde hükümet partileri ikinci, üçüncü hatta dördüncü (İngiltere) parti konumuna düştüler. Avusturya, Hollanda, Macaristan , Romanya ve Danimarkada milliyetçi/faşist partiler oylarını yer yer ikiye katladılar. Yunanistandaki aşırı sağ hareket LAOS iki temsilcisini APye göndermeyi başardı.
Sadece iki AB ülkesinde, Yunanistan ve Maltada sosyalist partiler seçimlerden en güçlü parti olarak çıktılar. AB genelinde ise, sol partiler oy kaybettiler. Fransada yeni kurulan Anti- kapitalist Parti yüzde 5 barajını aşamadı.
Almanya açısından da tablo farklı olmadı. Almanyada seçime katılım oranı yüzde 0.3 artarak (!) 43.3e çıktı. Alman kamuoyunda da APnin meşrutiyeti sorgulanmaya başlandı.
Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Bütün AB ülkelerini saran ekonomik kriz ve halk karşıtı ve sermaye yanlısı ekonomi paketleri nedeniyle hükümet partileri ciddi ölçüde oy kaybettiler. Ama bu oylar (belki bazı kesimler tarafından beklendiği gibi) sol partilere gitmedi. Sadece ciddi muhalefet yapan ve krize ve etkilerine karşı farklı çözüm önerilerini gündeme getiren sol partiler (Yunanistan, Malta ve Fransa) oylarını artırabildiler.
Krizin nedenleri üzerine açık ve net tutum almak yerine bu partilerin birçoğu, saldırılara karşı açık tutum alma yerine bulanıklığa yol açan ve beklenti yaratan tutumları esas aldılar. Aç gözlü bankerleri ve kumarhane kapitalizmini eleştiren sol partiler, bunların yerine toplumsal çıkarları gözeten banka yöneticileri, sosyal piyasa ekonomisinin geliştirilmesini talep ettiler. Bankaların ve tekellerin kurtarılması için hazırlanan trilyonluk dev kurtarma paketlerini, doğru ama geç atılmış adım olarak değerlendirenlere, zararların toplumsalsallaştırılmasını kaçınılmaz olarak gösterenlere emekçilerin güven duymadıkları açığa çıktı. Aksi de beklenemezdi.
Sol partilerin AB ve politikalarına karşı tutumları genelde seçim programlarıyla sınırlı kaldı. Bunu kitlelere taşıma ve oradan mücadeleyi örgütleme konusunda ciddi adım atmadılar. Seçimlere katılan sol partilerin ezici çoğunluğunun böyle bir derdi zaten yoktu. Bu da seçim sonuçlarının sağ-gerici partiler yararına gerçekleşmesinde etkili oldu. Aşırı sağ ve gerici-faşist partilerin bu kadar güçlenmelerinin nedeni, onların krize bağlı olarak sürdürdükleri AB ve AP karşıtı politikalardı. Bu partiler AB ve APye karşı ciddi tepki duyan işçi ve emekçiler içinde, şovenist-milliyetçi propaganda ile bir bölümünün oylarını toplamayı başardılar.
Fakat seçimlere katılımın yüzde 40larda seyretmesinin gösterdiği bir diğer önemli şey ise asıl belirleyici olacak kesimin sessiz çoğunluk olduğudur. İşte bu kesime giderek ve onların içinde antikapitalist ve AB karşıtı mücadele eğilimini güçlendirmekten başka yolun olmadığı da bu seçim sonuçlarıyla bir kez daha ortaya çıkmıştır. Krizin kendiliğinden sola desteği artırması beklenemezdi. Bunun için, işçi ve emekçiler içinde açık-net bir teşhir ve aydınlatma ve somut talepler mücadelesi için çabanın artırılması gerekliydi. Sol partiler bunu yapmadılar. Sosyal demokratlar ise, zaten sermayenin programını uyguluyorlardı ve kitlelerin tepkisini almaları kaçınılmazdı.
SERDAR DERVENTLİ