10 Haziran 2009 00:00

UZUN MESAFE


Sağlık Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı geçtiğimiz ay bir genelge yayınladı. Konuyu hizmet alımında yani taşeron şirketlerde çalıştırılacak işçi sayısının tespiti ve öngörülecek ücretler olarak ifade etmişler.
Gelin birlikte sağlık bakanlığımızın stratejisine bakalım. Bakanlık diyor ki taşeron sağlık şirketlerine çalıştırdığınız işçi sayısını azaltın yani işten atın işçilerinizi. Bu noktada aklıma geçen ay bir ilimizde işten atacağı kişileri belirlemek için sınav yapan sağlık taşeronu geldi. Düşünün sevgili okurlar; işten atılmak için sınav yapıldığını başka bir memlekette veya bizim ülkemizde başka bir zaman diliminde hiç duydunuz mu?
Bakanlık bununla da kalmıyor birçok çalışan için asgari ücretin üzerinde ücret ödenmesini yasaklıyor. Bunu ne zaman mı yapıyor? Tahmin ettiğiniz üzere adı “Tam gün” olan ama özünde tam gün çalışma ile ilişkisiz bir bir düzenlemeyi hekimlere sizin ücretlerinizi artırıyoruz diye ikna etmeye yeltendiği bir dönemde.
Hatırlarsanız 2005 yılında Denizli Devlet Hastanesi ihale ile ve taşeron emrinde çalışmak kaydı ile hekim alımına gitmek istediğinde ücretler asgari ücret üzerinden tanımlanmış ve hekimin emeği taşeronun insafına bırakılmıştı. O tarihlerde tabip odaları bu ihalenin salt hekimleri ilgilendirmediğini, asgari ücret üzerinden hekim çalıştırmayı öngören bir ülkede zaman içinde toplumun diğer kesimleri için mevcut asgari ücretin dahi altında bir ücretlendirme ikliminin oluşturulacağını ifade etmişlerdi.
Geldik bu güne! Üniversite mezunu, hatta doktora yapmış bilgisayar elemanları için dahi asgari ücretin yaklaşık yüzde 35’inden fazla maaş verilmesini taşerona yasaklıyor. Bir anlamda maaşı öngörülenden fazla olanların maaşlarının düşürülmesini emrediyor.
Sormak gerekir sağlık bakanlığına? Dört kişilik bir aile ayda kaç lira ile geçinir? Koca koca rakamlar ifade eden işçi ve memur sendikaları size göre “edepsizlik” mi yapmakta?
Ve aklıma sağlık bakanının son iki ayda yaptığı konuşmalar geliyor. Sayın bakan hastalardan alınan katkı payı adlı resmi haracın sorumlusunun hekim maaşları olduğunu ve azaltılması gerektiğini söylüyor. Aynı bakan tam gün yasası olarak adlandırdıkları yasa taslağı sürecinde hekim maaşlarının artacağını iddia ediyor. Hekimler aynen asker, savcı ve hakimler gibi emekliliklerine yansıyacak maaş düzenlemesi talep ettiklerinde onlar “bireysel emeklilik” öneriyor.
Hani yılarca bir TV kanalının haber jeneriğinde yer alan vatandaş sesini ödünç alırsak insanın sorası geliyor: “Nerde bu sosyal devlet?”

...

Taştan çocuk öyküleri

Taş deyince aklınıza ne geliyor? Benim aklıma öncelikle 6-7 eylül olayları ve varlık vergisi hani sayın başbakanımızın geçmişe atıfla “Faşizan dönemlerden” bahsettiği geçmiş zaman dilimleri geliyor. Hatırlarsanız kelle vergisini ödeyemeyenler taş ocaklarına gönderilirmiş o yıllarda. O taşlar nerelere gitmiştir bilemem ama taşların yıllara meydan okuduğu şüphe götürmez bir gerçek. Sahi o taşlar Diyarbakır, Mardin, Adana, Hakkari ve daha nice şehrimize de gönderilmiş olmasın?
Hal böyle ise “varlık” yokluk ile buluştu demektir artık. Hangi yokluk mu dediniz? Küçücük çocukların özgürlüğünden bahsediyorum. Hani kamuoyunda taş atan çocuklar olarak anılan çocuklarımızdan. 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı okulundan uzak, yıkanma hakkı dahi haftada bir iki ile sınırlanmış ve öncesinde tanımadığı 3-4 çocukla birlikte duş alma dışında seçenek bırakılmamış çocuklardan bahsediyorum. Muhtemeldir okul duvarlarında “Güneş girmeyen eve doktor girer” sözünü ezberlemiş mahkum çocuklar. O çocuklar ki ranzaları pencerenin açılmasına engel, güneşe hasret bırakılmış çocuklar, yani bizim çocuklarımız.
Türk Tabipleri Birliği geçtiğimiz ay çocuk alanında deneyim sahibi psikiyatristler, adli tıp uzmanları, halk sağlığı gibi farklı uzmanlık alanlarının da yer aldığı hekimlerden oluşan bir heyetle Diyarbakır E Tipi Kapalı İnfaz ve Ceza Kurumu’nda tutuklu çocukları ziyaret etti. Hafta başında ilgili rapor kamuoyu ile de paylaşıldı. “Çocukken hükümlü ve tutuklu olmak” başlıklı raporda şu görüşler yer alıyor. “Yıllardır, kendilerinin sorumlu olmadıkları bir gerginlik ve şiddet ortamı içinde yaşayan, o ortam içinde sosyalleşen, oyun oynar gibi katıldıkları eylemlerin hukuki karşılıklarını idrak edemeyecek yaştaki çocukların “örgüt üyeliği” suçlamaları ve olağanüstü ağır ceza talepleriyle yargılanmaları kaygı uyandırmaktadır. Bu sorun çocuk haklarıyla ilgilenen ulusal ve uluslararası kuruluşlarda ve kamuoyunda tartışma konusu haline gelmiştir.” Yine devamında şu görüşler yer alıyor: “TTB öteden beri insan hakları, cezaevlerindeki sağlık ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve uluslararası standartlara kavuşturulması yolunda mücadele etmektedir. ‘Taş Atan Çocukların’ yargılanmaları sürecinin hem çocuklarda hem de toplumumuzda oluşturacağı derin hasarlarının engellenebilmesi için zaman kaybetmeksizin harekete geçmeye yaşamsal bir önem vermektedir.”
Raporda yer alan çocuk aktarımları ise yürek sızısı. ““…Binaya sığındım. Yunus polisleri teslim ol dediler. Silah kabzası ile kafama vurdular. Kafama dikiş attılar. Mahkemeye kanlı elbiselerimle çıktım…”
“…Gözaltına alınırken Emniyette gözlerimi elleriyle sıkıca kapattılar. Tekme yumrukla dövdüler. İki gün savcıya çıkmadan önce doktora çıkarttılar.”
“…Bir gün gözaltı. Sonra terörle mücadeleye. Oradan çocuk şubeye. Çocuk Şube’ de bir polis vardı. Geldiği zaman vuruyor. Adı Tahir. Ayı gibiydi. Dizi ile vuruyordu. Eliyle de karın boşluğuma doğru. Diğer çocuklara da, bana da yaptı…”
“...Altı aydır tutukluyum. Beş gün gözaltında kaldım. İşyerinden alındım. Özel bir arabaya indirdiler. Sonra ‘Transite’ geçirdiler. Transite girmeden ellerim arkadan kelepçeliydi. Yerden toprak alıp ağzıma doldurdular. Elini çektiği sırada tükürdüm. Kalaslarla dövdüler. .... Karakoluna götürdüler. Hakaret. Tehdit. Küfür. Ağza alınmayacak şeyler. Biri içeri girip baban kalp krizi geçirmiş dedi. Psikolojik baskı.”
Tüm bunları okuyunca içimden sormak geliyor hukukçulara; ‘bir taş çeyrek asra bedeldir’ mi demek istiyorlar? Anlamıyorum yasaları. Çağrım önce yasa koyuculara sonra “one minute, siz çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözünden etkilenenlere. Daha ne bekliyoruz ‘biz çocukları yaşatmayı biliriz’ demek için?
DR.ZEKİ GÜL

Evrensel'i Takip Et