11 Haziran 2009 00:00
Sosyal demokratlar neden çöktü?
Avrupa Parlamentosu seçimlerinin gösterdiği en çarpıcı olgu, elbette kıta Avrupasında ne kadar sosyal oldukları tartışmalı, köklü sosyal demokrat partilerinin tarihlerinde görülmedik şekilde ağır yenilgi alarak, dibe vurmasıdır. Ama önce şu verileri alt alta dizelim:
Avrupa Parlamentosu seçimlerinin gösterdiği en çarpıcı olgu, elbette kıta Avrupasında ne kadar sosyal oldukları tartışmalı, köklü sosyal demokrat partilerinin tarihlerinde görülmedik şekilde ağır yenilgi alarak, dibe vurmasıdır. Ama önce şu verileri alt alta dizelim:
Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD), yüzde 20.8 ile son 60 yılın en düşük oyunu aldı.
İngiliz İşçi Partisi, koskoca 20. yüzyılda hiçbir zaman düşmediği duruma düştü ve ancak yüzde 15.7 oy alabildi.
Politik çizgisi bakımından sosyal demokrat olan Fransa Sosyalist Partisi, yüzde 17 oyla en ağır yenilgilerinden birisini daha aldı.
Avusturya Sosyal Demokrat Parti (SPÖ), rekor düzeyde oy kaybetti ve ancak yüzde 23 oy alabildi.
Hollanda İşçi Partisinin oyu, yüzde 26dan yüzde 13e düştü ve o da tarihinin en büyük yenilgilerinden birini tattı.
Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda ve Avusturya partileri, 2. Enternasyonalden başlayarak, işçi sınıfıyla, devrimle, sosyalizme ilgisini kesen ve kendi ulusal burjuvazisine sınırsız destek veren partiler olma özelliği taşıyor. Bu partilerin kıta Avrupası başta olmak üzere dünyanın bütün ülkelerindeki sosyal demokrat parti ve akımlar üzerinde açık bir politik-ideolojik etkisi bulunuyor. Bunu, Sosyalist Enternasyonal aracılığıyla her fırsatta hissettiriyorlar.
Her ülkenin sosyal demokrat partisi elbette kendisine göre tarihi çöküşün nedenlerini arıyor, gerekçelendiriyor. Ancak, aynı ideolojik-politik kaynaktan beslenen, sorunlar karşısındaki çözümleri neredeyse aynı olan bu partilerin aynı dönemde aynı ağır yenilgiyi almaları tesadüf değildir.
SOLUN YENİLGİSİ Mİ?
Geleneksel sosyal demokrat partilerin çöküş ve çözülme sürecine girdiği, artık inandırıcılıklarını yitirdikleri anlaşılıyor. İzledikleri politikalar sağ, politik yelpazedeki yerleri sol olan bu partilerin yenilgisi, birkaç gündür Avrupa ve dünya basınında solun ağır yenilgisi olarak sunuluyor ve öyle yorumlanıyor.
Eğer solu eşitlik, özgürlük, adaletten yana bir siyasi duruş olarak algılıyor ve partileri de buna göre sıfatlandırıyorsak, inanınız ki bu partilerin hiçbirisinin bu tanımla yakından uzaktan bir ilgisi bulunmuyor. Dolayısıyla; olup bitenleri solun ağır yenilgisi şeklinde değerlendirmek, pek de gerçekçi değil. Seçim sonuçları, Avrupa ülkelerinde adı sosyal demokrat/sosyalist/işçi, kendisi neoliberal, burjuva olan partilerin, yaşanan ağır ekonomik ve sosyal sorunların çözümü konusunda çözümsüz olduğunu, inandırıcılılıklarını yitirdiğini ve eskisi gibi destek görmediğini gösteriyor.
ÇELİŞKİNİN NEDENİ
Halbuki; ekonomik krizin kendisini hissettirdiği günümüz koşullarında, muhafazakar ve liberal partilere göre daha fazla sosyal bir retoriğe sahip sözde sol partilerin oy toplaması gerekiyordu. En azından böyle olması bekleniyordu.
Çünkü geçmişte bu partilerin asıl olarak sınıflar arasındaki uçurumun derinleştiği; yoksulluğun, işsizliğin büyüdüğü, ekonomik sorunların derinleştiği dönemde güç topladığı biliniyor. Ne var ki AP seçim sonuçları, bugün ile geçmiş arasında derin bir çelişki olduğunu gösteriyor. Elbette bu derin çelişkinin maddi temelleri, nedenleri bulunuyor.
Her şeyden önce; sosyal demokrat diye ortaya çıkan ve sınıflar arası uçurumun fazla derinleşmemesi yoluyla kapitalist düzenin sürüp gitmesini savunan bu partiler, son birkaç yıldır neoliberal politikaların asıl yürütücüsü durumuna geldi.
Junge Weltten Werner Pirkenin dün yazdığı gibi, Theatcher ve Reagen ikilisi, neoliberal saldırıları neo-muhafazakar biçimde başlattılar. Schröder ve Blair ikilisi ise bunları modern bir şekilde geliştirdiler.
Sosyal hak gasplarının altına bu partiler, sendikalarla olan tarihsel ilişkilerine de güvenerek rahat bir şekilde imza attı, atmaya da devam ediyor. Bu konuda epey de mesafe kat ettiler. Muhafazakar ve liberallerin gerçekleştirmeye cesaret edemedikleri saldırıları sosyal demokratlar yaptı.
SOSYAL AVRUPA DA KURTARAMADI
Hal böyle olunca, bu partilerin özünde neoliberal olduğu artık Avrupada en sıradan emekçi tarafından bile yalın olarak görülüyor. Bu nedenle, en son seçimlerde görüldüğü gibi, daha fazla oy alabilmek için kullandıkları sosyal Avrupa söylemi de onları kurtaramadı.
Almanyadaki sosyal demokratlar, işin gerçeğini ifade etmek yerine, bu tarihi dibe vuruşun nedenini seçimlere katılım oranındaki düşüklüğe bağlayarak açıklamayı tercih ediyorlar.
POLİTİK AKTÖRLERE YENİDEN DİZAYN MI?
Özetle belirtmek gerekiyorsa; AP seçimleri, Avrupada politik aktörlerin yeniden dizayn edilmenin söz konusu olduğu bir dönemde bulunduğumuzu gösteriyor. Yerleşik parti ve ideolojik akımların birçoğu artık cazibesini yitirmiş. Mevcut sorunların üstesinden gelebilecek yeni aktörlerin arayışı hız kazanmıştır. Bu arayışa yanıt olabilen parti ve akımların önünde önemli fırsatlar bulunuyor.
Sosyal demokratların çöküşü asıl olarak yeni bir devrimci işçi hareketi ve politik odakların gelişmesine, güçlenmesine büyük fırsatlar sunuyor. Yani 60 yılda bir gelen bu fırsat, günümüzde iyi kullanılmadığı takdirde, kaybeden asıl olarak işçi sınıfı olacaktır. Aksi halde bugün çöküş ve çözülme sürecinde olan parti ve akımlar bir süre sonra yeniden toparlanmayı bileceklerdir. Sosyal demokratların çöküşünün, kıta çapında onların solunda bulunan sol sosyal demokrat akımların işine pek yaramadığı görülüyor. Bunda tutuk, korkak, çekingen ve elbette sistemin sahiplerini fazla ürkütmeme belirleyici rol oynuyor.
Buna karşın sistemin partilerine daha hırçın karşı çıkan, göçmenleri suiistimal eden ırkçılar ve aşırı sağcılar ise en azından bazı ülkelerde bu boşluğu doldurmaya aday olduklarını gösterdiler. Bu yüzden, emekten ve barıştan yana, neoliberal politikalara karşı parti ve akımların çözüm önerilerini netleştirmesi, söylemini güçlendirmesi gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde yerleşik sağ ve sol partilerin içine girdiği çözülme sürecinden en çok ırkçılar ve yabancı düşmanları yararlanacaktır. Bu da elbette, sadece Avrupa için değil bütün dünya için yeniden büyük bir felaket anlamına gelecektir.
TİMSAH GÖZYAŞI DÖKÜYORLAR
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde halkın yüzde 57sinin sandık başına gitmemesi, elbette demokratik işleyiş ve APnin güvenirliği konusunda geniş tartışmalar başlattı. Birkaç gündür Alman basını, seçim sonuçlarını Avrupalıların içinde olmadığı bir Avrupa şeklinde değerlendiriyor. Hatta; Süddeutsche Zeitungun önemli yazarlarından Heribert Prantl, işi biraz daha ileriye götürüp ABnin durumunu Weimar Cumhuriyetine benzeterek, Demokratların olmadığı demokrasi tanımlamasını kullandı.
Halkın önemli bir bölümünün AP seçimlerine ilgi göstermemesi elbette önemli. Ancak bu, Brükseldeki bürokratların, ABnin geleceğini belirleyen egemen güçlerin pek de umurunda değil. Seçimlere katım oranındaki düşüş konusunda sarf ettikleri sözler tamamen timsah gözyaşlarından ibaret. Çünkü onlar, daha başından beri halkın içinde olmadığı, halka rağmen bir AB süreci başlatmış ve sürdürüyorlar. Bu bakımdan seçimlere katılım oranındaki düşüklük, aynı zamanda onların istedikleri gibi bir AB kurmasını da kolaylaştırıyor.
Ama seçim sonuçları, asıl olarak partilerin AB konusunda izledikleri politikalardan çok, ulusal düzeydeki icraatlarına göre oy kullanıldığını gösteriyor. Her ne kadar seçimlerden başarılı çıkan Yeşiller, verilen oyların savunulan Avrupa fikrine bağlı olduğunu söylese de, gerçek hiç de o yönde değil.
Bu yüzden de ABnin pek çok ülkesinde sadece sosyal demokrat partiler değil, aynı zamanda işbaşındaki Hristiyan muhafazakar partiler de oy kaybetti. Örneğin Almanyada Angela Merkelin partisi CDU/CSU, geçtiğimiz döneme göre yüzde 5.9 oy kaybetti. Ancak, SPDnin yüzde 0.8lik oy kaybının anlamı çok daha büyük olduğu için onların kaybı pek tartışılmadı. Benzer bir durum Fransa, Belçika, Avusturya, Hollanda ve Luxemburg partileri için de geçerli.
Yani, sosyal demokratların çöküşü, Hristiyan demokratların oy kaybının üstünü örttü.
Ama sosyal demokratlar sadece oy kaybetmediler, aynı zamanda hezimete uğradıkları için asıl belirleyici olan da bu oldu.
Yücel Özdemir