13 Haziran 2009 00:00
İki dil bir bavul
Türk öğretmenin Kürt öğrencileriyle, bütün sınıfların birarada olduğu bir okulda buluşmaları, mizahin trajediyle buluştuğu acı bir hikaye.
TÜRK bir öğretmen, hiçbir çocuğun Türkçe bilmediği bir köye atanırsa neler olur?.. Bölgede pek çok defa tanık olunan bu tip durumlar bir belgesele konu oldu. 16. Altın Koza Film Festivali yarışmacılarından olan İki Dil Bir Bavul isimli belgesel film, anadil ve asimilasyonu konu alıyor. Belgesel mi, kurgu mu tartışmaları bir tarafa; Orhan Eskiköy ve Murat Özgür Doğanın yönetmenliği paylaştığı film, doğal ve samimi anlatımıyla övgüyü hak ediyor. Belgesel, Urfaya bağlı Siverek ilçesinin bir köyünde çekilmiş. Eğitim ve öğretim yılının açılmasından bitimine kadarki dönemi kapsayan belgesel, trajikomik sahneleriyle izleyenlerin tüylerini diken diken edecek nitelikte.
Bölgede öğretmenlik yapan birçok kişinin tanık olduğu ve çoğu zaman mizahi unsurlar da barındırabilen anadil sorunu, İki Dil Bir Bavulda çarpıcı bir biçimde karşımıza çıkıyor. Film, ataması Denizliden Sivereke çıkan Emre Aydın isimli bir Türk öğretmenin Siverek köy minibüslerine binmesiyle başlıyor. Bagajdaki bavulun berbat köy yollarındaki sarsıntısı, öğretmeni bu toprakların kötü hikayelerine adım adım yaklaştırıyor. Tıkış tıkış minibüsteki sakallı, puşili köylüler arasında temiz pak giyimli Emre Öğretmen, hiç bilmediği bir dünyaya adım atıyor.
ZİLKİFİN DİLİYLE YÜZLEŞME
Güneşin kavurduğu bomboş bir yaylaya düştüğünü fark eden öğretmen, sanki taşların yağdığı bir köye gelmenin verdiği şaşkınlığı yaşıyor. Baraka şeklindeki lojmana eşyalarını yerleştirirken, böcek ve karıncaların istilasına uğrayıp kendini telaşla dışarı atıyor. Ancak bu, karşılaşacağı zorlukların küçük bir başlangıcı yalnızca. Geleneksel kıyafetleriyle Kürtçe konuşan insanlar; inekler, eşekler, tavuklar ve üst üste yığılmış tezekler, taş duvarlar dışında hayat yok gibi... Bunlar kim, neden geldim buraya, nasıl yaşanılır bu taş ülkesinde? diye düşünmüş olmalı ki, ikide bir telefona sarılıp annesini arıyor.
Derme çatma bir barakayı andıran okulda ilk gün başlıyor. Birinci sınıflardan beşinci sınıflara kadar bütün öğrenciler bir arada. Beşinci sınıfa gelen öğrenciler dahi doğru düzgün Türkçe konuşamazken, herkese aynı sınıfta ders veriyor Emre Öğretmen.
Yoklama ve tanışma zamanı! Öğretmen, üstü başı yırtık olan, yüzleri güneş yanığı Kürt çocuklarının gözlerinin içine acı bir tebessümle bakarak, dördüncü ve beşinci sınıflardan birkaç öğrencinin yoklamasını alıyor. Sıra okula yeni kaydını yapan Zülküfe gelince öğretmen birkaç kez Zülküf Kaya şeklinde seslenerek, Zülküfün kim olduğunu tespit etmeye çalışıyor. Sınıfta her kafadan bir ses çıkıyor. Kürtçe konuşmalar peşi sıra geliyor; herkes bir tarafa bakıyor, biri o diyor diğeri bu diyor. Ama kimse Zülküfün kim olduğunu çıkaramıyor. Arka sırada şaşkın bir şekilde duran Zülküf ise olup bitenden habersiz öylece duruyor. Sonunda Kürtçe yapılan iletişimden sonra Zülküf bulunuyor. Hoca Gel buraya Zülküf diye çağırınca neye uğradığını şaşıran Zülküf, öğretmenin karşısına çıkıyor. Adın ne? Zülküften ses yok. Adın Zülküf mü? Yine cevap yok. Sonunda kız çocuklarından biri Zülküfün hem Türkçe bilmediğini, hem de köyde herkesin kendisini Zilkif şeklinde çağırdığını izah etmeye çalışıyor. Öğretmen Adın Zilkif mi diye sorunca, Zülküf, karambole Zilkif diye bir ses çıkarabiliyor. Zülküf ile başlayan anadil yüzleşmesi, hem öğretmeni hem de çocukları hiç karşılaşmadıkları bir yabancılaşmanın eşiğinde bir araya getiriyor.
KÜRTLERİN ISSIZ ADAMI: ZÜLKÜF
Bahar geldiği vakit, çocuklarda bir ilerleme sağlanıyor. Karne vakti geldiğinde ise artık herkes Ne mutlum Türküm diyebilecek noktaya gelmiş oluyor. Bu Kürt çocuklarının Kürt sorunu düğümünde nasıl bir yerde ve nasıl bir ruh haliyle büyüdüklerinin de belgesi oluyor. Sonunda Zülküf de karnesini alıyor ve hiç görmediği matematik bile karneye beş olarak geçiyor.
Özellikle Zülküfün yaşadığı dil trajedisi, eminiz ki birçok Kürt çocuğunun başından geçmiştir. Aynı şekilde filmin yönetmenlerinden Özgür Doğanın başından da geçmiş.
Issız Adam filmini izleyen gençlerin Ben bir Issız Adamım demesi gibi, bunu izleyen her Kürt çocuğu da Ben bir Zülküfüm diyebilecektir. Umut ediyoruz ki bu belgesel, çekilen son Zülküf filmi olsun...
(Diyarbakır/EVRENSEL)
AYILAR, ARILAR İNEK OLUNCA!!!
Kameralara kimi zaman o yöre halkının içinde bulunduğu yaşam koşulları da yansıyor. Sırtında bebekleri olan kız çocuklarının dereye inip su taşımalarını, çamaşır yıkayıp sermelerini, depo gibi evlerde yaşamalarını; açlığı, yokluğu... Elbette filmde küçük küçük sevinçleri de görmek mümkün. Kalem yok, kalemtıraş yok, defter yok; bu ihtiyaçlarını öğretmen karşılıyor.
Çocuklar, tuvalete gidebilir miyimi öğrenmek için defalarca hocadan komut alıyor. Komutları yineleyip ezber yapmaları ise asimilasyonun detaylı bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Öyle bir sahneye tanık oluyor ki Emre Öğretmen, ağlamak ve gülmenin ne denli iç içe geçtiğini kavrayabiliyor... Tahtaya koskocaman bir renkli ayı resmi asan öğretmen, bir çocuğu kaldırıp bunun ne olduğunu soruyor. Çocuk sus pus, cevap vermiyor. Arkalardan bir ses yanıt veriyor: İnek... Bunun üzerine herkes ayıya inek demeye başlıyor. Bunu öğrendikten sonra Zülküf tahtaya çıkıyor, öğretmen ayının hemen yanındaki arıya işaret ederek Bu ne? diyor; Zülküften yine ses çıkmıyor, sınıftan birkaç kişi yine inek diye bağırıyor. Zülküf de sesini kısarak İnek yanıtını veriyor.
İdealist öğretmen çocuklara Türkçe öğretmekten yine vazgeçmiyor; kış gelince evlere gidiyor, makarna pişiriyor, elektriksiz kalıyor, çevreyi gözlüyor, annesini tekrar tekrar arıyor...
Ali Rıza Kılınç