17 Haziran 2009 00:00

Eğitimde sınav açmazı

Haziran, her düzeydeki okullarımızın sınav ayı. Güz başlarında başlayan eğitim öğretim, yaz başlarında son buluyor...

Paylaş

Haziran, her düzeydeki okullarımızın sınav ayı. Güz başlarında başlayan eğitim öğretim, yaz başlarında son buluyor; haziranda da öğrenciler, yoğun bir sınav evresine giriyor: Okudukları derslerin son sınavları, düzey belirleme sınavları, ilk ve orta öğretimde okul değiştirme sınavları, üniversitelere giriş sınavları… Birinden çık ötekine, ötekinden berikine, berikinden bir başkasına… Bir yarış, bir yarış ki bıktırırcasına…
Öğretim yılı boyunca öğrenci birçok dersle, ödevle, projeyle alabildiğince boğuşuyor; her biriyle ilgili bir değil, beş değil, defalarca da sınava giriyor; bunca kapışma ve boğuşma yetmiyor; bu kez de öğretim yılı sonunda, “Onlar ne ki? Asıl sınavlar şimdi, hadi bakalım!...” deyip öğrencinin canına okunuyor. Öğrencinin yorgun argın olduğu bir dönemde, onun yaşamına yön verebilecek, acımasız, katı kurallı, soğuk yüzlü sınavlar…
İşte bizim eğitim sistemimiz... Yarışmalar, sınavlar üzerine kurgulu… Sıfırdan 5’e, 10’a varan notlar; 1’den 100’e, 300’e, 600’e uzanan yüzdelikli, bindelikli puanlar… Kılı kırk yararcasına… Öğrenci belleği adeta bir depo. Oraya gerekli gereksiz her şeyi doldur doldurabildiğin kadar… Çoğu ezbere odaklı, uygulanabilirliği olmayan, olsa da bu yanı hep göz ardı edilen; kiminin bilimsel, kiminin kalıcı yanı bulunmayan; akıl yürütmeyi, dizgesel düşünmeyi önemsemeyen, bundan ötürü yaşamda karşılaşılabilecek sorunların çözümüne bir yararı olamayacak bilgiler yığını… Özetle; “sorun’u değil, ‘soru’yu çözmeyi amaçlayan” bir dizgeler toplamı… Oysa eğitimin temel amacı, ‘soru’yu çözmeyi öğretmekten çok, ‘sorun’u çözmeyi öğretmek değil midir? Yaşam bir “sorunlar bileşkesi” ise, eğitimin de bu sorunların üstesinden gelmeyi öğretmesi gerekmez mi?
Evet, eğitim; öğrenciyi bedensel, duygusal, düşünsel, kültürel ve ruhsal gelişimler açısından bir bütün olarak ele alabilmeli; ona gerçek yaşamın içinde bocalamadan ve onurluca yer alabilmeyi sağlayıcı bilgi ve becerileri kazandırabilmelidir.
Eğitime yalnızca “sınavı kazandırma” gözüyle bakılırsa, orada gerçek anlamda bir eğitimden söz etmek olanaklı değildir. Böyle bir bakış, ancak “benmerkezci” kişi yetiştirmeyi amaçlar. Benmerkezci kişilerse, işbirliği ve paylaşımcılığı göz ardı eder; başkalarıyla sürekli yarışıp didişir; toplumsal uyumsuzluk sorunları yaşar.
Sınav kazandırmayı amaçlayan bu çarpık sistemde, öğrenci kazanamazsa ne olur? Tam bir yıkım olur. Kazanamayanın dünyası birden alt üst olur. Kimsenin yüzüne bakacak hali kalmaz. Artık o bir suçludur; kendini öyle duyumsar. Yaşamının en uçarı, en güzel çağlarında o adeta karanlıklara gömülür. Yaşamının tadı tuzu iyice kaçmıştır.
Ya anneler, babalar, ablalar, ağabeyler?...
Onlar da baştan beri adeta birer öğrencidir. Evlerindeki sınava hazırlananla birlikte onlar da sınava hazırlanırlar!.. Onunla birlikte sınav salonlarının kapılarını aşındırırlar; onunla birlikte, hatta ondan daha da iştahlıca sınav sonuçlarını değerlendirirler; ölçerler, biçerler, çarparlar, bölerler, puanlar bulurlar… Sonuç iç açıcı değilse başlar bir aile içi hesaplaşma… Suçlamalar, yüz ekşitmeler, laf dokundurmalar, azarlamalar…
İş bunlarla kalsa iyi…
Ya, sınava hazırlık için, devlet okullarına olan güvensizlikten ötürü kurs kurs, dershane dershane gezişe ne demeli?... Dünyanın parası akıtılır oralara. Her konuda kısıntı yapılır da o konuda asla yapılmaz. Ailece, akla gelebilecek her türlü özveride bulunulur. Yeter ki sınav kazanılsın!...
Görüldüğü üzere, eğitim sistemindeki çarpıklık, başta eğitilen (!) olmak üzere, birçok insanın yüreğinde derin izler oluşturmaktadır. Bu durum, nice yıllardan beri bilindiği halde, bir türlü önemli bir değişime gidilmemiştir. Geçmiş dönemlerde gerek Milli Eğitim Bakanlığı’nca, gerekse öğretmen sendikaları ve üniversitelerce defalarca şuralar, kurultaylar yapılmış, buralarda bilimsel içerikli, ülkemizin özelliklerine uygun, çok önemli kararlar alınmıştır; ama bunlar bir türlü uygulamaya konmamıştır. Artık bakanlık, sınav odaklı bu sistemde köklü, kalıcı bir değişikliği ivedilikle gündemine almalıdır. Öğretmen örgütleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları da böyle bir değişime gitmesi için Milli Eğitim Bakanlığını sürekli uyarmalı, baskılarını artırmalıdır.
Son sözümüz de velilere, annelere, babalara…
Bu çarpık sistem, sizin ve çocuğunuzun eseri değildir. Başkalarının koyduğu sistem, çocuğunuzu da çarkları arasına almıştır. O, bu çarklar arasında, ilkokul 1. sınıftan üniversitenin son sınıfına dek yaman bir savaşçı konumundadır. Savaş uzun, savaşmak zordur… Savaşta yengi de olur, yenilgi de. Çocuğunuz kimi yenen olur, kimi de yenilen. Sınav savaşlarının kimilerinde başarısız olan çocuğunuzun, yaşamında hep başarısızlıklar yaşayacağı düşüncesine asla kapılmamalısınız. Onu, başarısızlıklarında da başarılarındaki gibi bağrınıza basmalı, sevgiyle kucaklamalısınız. Kucaklamalısınız ki sizden alacağı güçle, onun yüreğinde yeni tomurcuklar oluşsun; bu tomurcuklar, yepyeni geleceklere yelken açsın…
GÜNER YALÇIN - Eğitimci
ÖNCEKİ HABER

Yazıklar olsun!

SONRAKİ HABER

AİHM’in kararı ilk ancak son olmayacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...