18 Haziran 2009 00:00

JÎN Û JİN

Birkaç gündür bir hakim konuşuluyor, bütün Türkiye’de. Gazetelerde, görsel basında ondan söz ediliyor. Kastamonu’nun Araç ilçesinde bir hakim, kadına yönelik şiddeti cezalandırırken alışılmış yolların dışına çıktı ve gündeme oturdu.

Paylaş

Birkaç gündür bir hakim konuşuluyor, bütün Türkiye’de. Gazetelerde, görsel basında ondan söz ediliyor. Kastamonu’nun Araç ilçesinde bir hakim, kadına yönelik şiddeti cezalandırırken alışılmış yolların dışına çıktı ve gündeme oturdu.
Araç ilçesinin tek hakimi, eşine şiddet uygulayan erkeğe, “Eşimden ve Araç halkından özür diliyorum” yazılı bin adet broşürü ilçe merkezinde dağıtma cezası verdi. Bu sosyal ceza, aynı zamanda bir eğitim aracı. Hem ilçe halkı, hem şiddeti uygulayan özne açısından.
“Şiddete karşı koymayı bilmeliyiz, mesleğim de bunu gerektiriyor” dedi, saygıdeğer hakim. Konuyu magazine etme çabalarına karşı da “Şiddete karşı koymak için özgeçmişimde şiddete uğramış olmam gerekmiyor, aldığım kararın benim kadın olmamla bir ilgisi yok, erkek de olsaydım aynı kararı alırdım” diyor, saygıdeğer hakim. “Verdiğim karar, kadının onurunu koruyan bir karardır ve bu güzel bir şey” diyerek savundu kararını, saygıdeğer hakim.
İşte bu karar ve kararı açıklayan bu cümleler, “Türkiye’de hakimler var” dedirtecek güzellikte. Bu güzellik, Kastamonu’nun Araç ilçesi gibi mütevazı bir yerde de olsa, gönendirici.
Araç ilçesinin saygıdeğer hakimi, Türkiye’nin imza koyduğu uluslararası sözleşmeleri, kadının insan onuruna yönelen en büyük saldırılardan biri olan şiddete karşı korunmasına ilişkin devletin görevini ciddiye alıyor. Devletin bir parçası olan yargı kurumunun karar verici süjesi olarak, bu görevini savsaklamadan, etkin ve yaratıcı bir biçimde uyguluyor.
Ama ne yazık ki, tek çiçekle bahar gelmiyor.
Kadınların kara kışı, karabasanı devam ediyor. Münevver Karabulut cinayetinin failleri bulunup yargılama sürecine henüz geçilemedi. Malatya’daki iki kadın cinayetinin davaları ağır aksak gidiyor. Daha bir hafta içinde, tüyler ürpertici birçok şiddet olayı yaşandı. Siirt’te radyoya giden genç kız pencereden aşağı atıldı, ölmeyince sedyede bıçaklandı. Namus bekçileri, ölüm saçmaya devam ediyor. Tecavüzlerde “acaba gönüllü müydü” yargısının egemenliği devam ediyor.
Ama devlet boş durmuyor, çalışıyor.
Bölgede töre ve namus cinayetlerine, kadın katliamlarına karşı mücadele eden, bildiri dağıtan; toplantılar, “Namusumuz özgürlüğümüzdür” sloganıyla mitingler düzenleyen kadınları, “terör örgütü üyesi olmakla” suçlayarak gözaltına aldı, bunların bir kısmı tutuklandı.
KESK’te yöneticilik, Eğitim Sen’de kadın sekreterliği yapmış olan Elif Akgül ve daha birçok KESK’li kadın, aynı gerekçelerle tutuklandı. Türkiye Barış Meclisi Üyesi Yüksel Mutlu da tutuklu. Onlar da kadınların eşitlik mücadelesinde, demokrasi ve barış mücadelesinde emek vermiş insanlar, kadınlar.
Kadına yönelik şiddete karşı etkin tedbirler almak, devletin görevi. Kadınların eşitliği için mücadele edenlerin, barış için mücadele edenlerin “terörle” suçlanması ironik. Kuşkusuz burada demokratik çabaları dahi “terör” tanımı içine sokabilen TMK ve örgüt üyeliğini belirsizleştiren yeni Ceza Yasası’nın 314. maddesinin de büyük kabahati var. AKP, demokratikleşme gürültüsüyle daha despotik düzenlemeleri ceza yasalarına giydirdi.
Elbette, bu bir soruşturma. Gerçeğin ne olduğu, adil bir yargılama sürecinde ortaya çıkmalıdır. Ancak, adil bir yargılamanın ölçütlerinden biri de, insanların peşinen suçlu ilan edilip medyada afişe edilmemesi ve öncelikle özgürlüğünden yoksun bırakılmamasıdır. Bir işi, mesleği olan; sendikal-demokratik mücadeleyi yıllardır sürdüren ve bu konuda çok da acı çekmiş insanların, herhalde savuşup gidecekleri düşünülemezdi.
Devletin enerjisi, yurttaşlarının mutluluğu için harcanmalı. Yurttaşlar üzerinde baskı ve korku yaratmak için değil... Kadınların enerjisi, baskıyla köreltilmemeli!
Yıldız İmrek Koluaçık
ÖNCEKİ HABER

EMEK GÜNLÜĞÜ

SONRAKİ HABER

On altı lirayı ne yapalım?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...