28 Haziran 2009 00:00

NOT

“Bağımsız” bir yargı kurumu olan Askeri savcılık “titiz” bir inceleme sonucu kararını verdi: Bu belge, aslı olmayan bir fotokopidir, dolayısıyla belge değildir, askerle de bir ilişkisi yoktur...

Paylaş

“Bağımsız” bir yargı kurumu olan Askeri savcılık “titiz” bir inceleme sonucu kararını verdi: Bu belge, aslı olmayan bir fotokopidir, dolayısıyla belge değildir, askerle de bir ilişkisi yoktur...
Fotokopinin fotokopi olduğu kanıtlanmıştı böylece!
Arkasından, “bağımsız” savcının ‘sicil amiri’ durumundaki Genelkurmay Başkanı’nın “beklenen” basın toplantısında, sözkonusu belgenin sadece bir fotokopi olmadığını, aynı zamanda bir “kağıt parçası” olduğunu da öğrenmiş olduk... (Hakkını vermek lazım; bu “kağıt parçası” tanımını önce Demirel kullanmıştı...)
Huzura alınmış, çoğu ‘hazırol’a hazır, “çanak” soru ezbercisi medya zevatı da, “medya üzerinden süren asimetrik psikolojik saldırı altında” mağdur mu mağdur TSK’nin ne kadar da savunulmaya muhtaç olduğunu bir kez daha anlamıştır herhalde!
Ve yönlendirme:
“Bizim İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından istediğimiz, belgenin doğruluğunun ya da sahteliğinin tespiti değil, gerçek olmadığından hareketle kim tarafından hazırlandığının belirlenmesidir...”
Yani?
Bu “kağıt parçası”nın asker tarafından hazırlanmadığını biz zaten söyledik, sivil savcılığa düşen, sorumluyu asker dışında arayıp bulmasıdır!
Şimdi gerçeğin (ve üstelik bir “kağıt parçası” uğruna) ortaya çıkarılması için harcanan bunca çaba ve iyi niyetten sonra askerin masumiyetinden kim kuşkulanabilir ki!
Üstelik, “Askeri savcılığın kararına say-gı- lı o-la-cak-sı-nız” şeklinde hece hece dikte ettirilen o çok iyi niyetli “rica”dan sonra...
Nitekim “silahsız kuvvetler korosu” hemen başladı:
“Gördünüz ya, askerin böyle taraklarda bezi olmadığı ortaya çıktı işte. Askerin darbeci olduğu da, Ergenekon dedikleri de hep böyle ‘kağıt parçalar’na dayanan fasa fisolardır...”
İnanacağız inanmasına ama, “hafıza i beşer nisyan ile malul” olmuyor hep.
Sözgelimi, Jitem itirafçısı Abdulkadir Aygan’ın itiraflarında Jitemce öldürülüp Elazığ’da Hazar gölüne atıldığı söylenen Silopi’li Hasan Ergul’ün cesedi 14 yıl sonra ailesince fotoğraflardan teşhis edildi. Elazığ kimsesizler mezarlığından çıkarılan kemiklerin de Ergul’a ait olduğu DNA testi sonucu kanıtlandı.
Ne ilgisi mi var?
Aygan’ın beyanlarında Ergul’un öldürülmesiyle ilgili dönemin Jitemci komutanlarından Cemal Temizöz ve Jitemci Koçero Saluci’nin sorumlulukları vurgulanıyordu. Temizöz ve Saluci bugün Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunuyorlar.
Şimdi Ergenekon’a “fasa fiso” diyelim öyle mi!
Yine, “asker böyle kör gözüm parmağına işler yapmaz” korosuna inanacağız da, Çevik Bir’i görüyoruz ekranlarda. “Şüpheli” olarak Ergenekon savcılarına ifade vermiş. Adliye muhabirleri peşinde, o kaçıyor. Döneminde medyanın en tepesindekilere emir eri muamelesi çeken 28 Şubat’ın bu haşmetli generalini görünce, onun ünlü ‘andıç’ını nasıl hatırlamayız? Şemdin Sakık’a atfen sahte ifadelerle hazırlanmış bu “kağıt parçası”yla Akın Birdal ölümden dönmüş, ünlü gazeteciler işten atılmıştı.
Asker böyle şeyler yapmaz, öyle mi?
Bu son belgenin kim tarafından hazırladığı bir yana, o “kağıt parçaları”nın nelere kadir olduğuna dair yakın ve uzak tarihten sayısız örnek verilebilir. Psikolojik harekat dairelerinin işi de bu değil mi zaten. Ve açığa çıkmış, kabul edilmiş sayısız suç belgesinin hiç biri hakkında en ufak bir soruşturma bile açılmadı bugüne kadar.
Şimdi askere, askeri yargıya inanmamız, “saygı göstermemiz”, ikna olmamız bekleniyor. O askeri yargı ki, sivil mahkemede 39 yıl hapse mahküm edilmiş Şemdinli bombacısı Mutkili Ali’yi bir kalemde aklayıp paklarken de bir o kadar ikna ediciydi zaten! Böylesi bir ikna ediciliğe say-gı gös-ter-me-mi-zi kim-se bek-le-me-sin bizden.
Bitirelim...
Rivayet odur ki şimdi darbenin belgesi aranmakta!
En baba belge ortada işte; 12 Eylül Anayasası belgelerin şahıdır.
Bu ülke, askeri darbenin birinci elden belgesi bir anayasayla yönetiliyor.
Baykal bile (her ne sebeple olursa olsun) 29 yıl sonra, 12 Eylül’e dokunalım biraz demeye başlamışken...
“Türkiye Türklerindir” gazetesinin şefi 12 Eylül’e siper olmuş, cunta şefini sürmanşetten konuşturmuşken...
12 Eylül’ün şefi, “yargıyı beklemem, bu lekeyle yaşamam, intihar ederim..” (ki, yaşasa da, intihar da etse, bu lekeyle anılacağı kesindir) diye hırıldamışken...
Belge eksikliği mi var bu memlekette...
VEDAT İLBEYOĞLU
ÖNCEKİ HABER

2 Temmuz’da Kadıköy’e

SONRAKİ HABER

Tunceli’de işçiler kazandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa