29 Haziran 2009 00:00

EKONOMİ VE POLİTİKA

Liberal aydınlar, “demokrasi” sloganı altında sadece silahlı kuvvetleri toplum üzerindeki tek ve güçlü bir baskı aygıtı olarak algılıyor ve topluma öylece yansıtıyorlar.

Paylaş

Liberal aydınlar, “demokrasi” sloganı altında sadece silahlı kuvvetleri toplum üzerindeki tek ve güçlü bir baskı aygıtı olarak algılıyor ve topluma öylece yansıtıyorlar. Öyle ki, söz konusu çevreler, aralardaki ufak kalkışları bir tarafa bırakırsak, 27 Mayıs’ı da 12 Eylül’ü de, sermayeden bağımsız salt birer askeri hareket olarak algılamakta ve bu bağlamda Türkiye’nin bir darbeler geçmişi olduğu düşüncesiyle son foto-kopya olayında da, münferit suçluyu ve/veya suçlu grubu araştırmadan, bir kurum olarak silahlı kuvvetlere yüklenmeye yeltenmekteler. Öyle ki, bu yükleniş, samimi olarak suçu ve suçluyu ortaya çıkarmaya mı, yoksa bir kesimi, intikam alırcasına yıpratmaya mı yönelikti; pek anlaşılamadı!
Geçen günlerde bir TV kanalında aziz arkadaşım Atila Özsever, her toplumsal olayda olduğu gibi, askeri müdahalelerde de bazı koşulların olgunlaşması gerektiğini ileri sürdü. Bu bağlamda; sermaye yapılanmasında değişim, emeğin güçlü olması, toplumsal olayların tırmanması ve nihayet emperyalist güçlerin darbeye destek vermesi olmak üzere, dört önkoşul sayıldı. Nitekim, her iki darbede de sermaye dönüşüm sorunu, özellikle 12 Eylül’de de iç piyasanın baskılanması sorunu vardı ve silahlı kuvvetler, maalesef, her iki kalkışta da sermayenin emrinde idi. Ne var ki, söz konusu darbelerde yaşanan sermaye dönüşümleri farklı olduğu için her iki dönemdeki askeri kalkışların da, 1961 ve 1982 anayasalarının da yönleri ve hedefleri farklı idi. Kalemi kim tutarsa tutsun, her iki anayasa da sivildir ve sermayenin anayasasıdır.
Hal böyle iken, AB’ye girmeye -eğer hükümet samimi ise!- hazırlanırken, emekçilerin tüm gücü kırılmışken, dünya emperyalizminin askeri kalkış için en ufak bir sinyali yokken; kim, nasıl bir kalkış yapacaktır? Ben foto-kopya olayının adli boyutu ile ilgili olmadığım gibi, bu konuya girmek benim haddim de değildir. Ancak, belgede Gülen ile AKP’nin yan yana getirilmiş olması kadar, yukarıda sayılan dört unsurun da söz konusu olmadığı bir ortamda bu işin silahlı kuvvetler emir-kumanda zinciri içinde kotarıldığının ima edilmesi de rastlantısal görülemez.
Tam bir tek-lider gölgesinde tutulan parlamentonun işletilmemesine; Anayasa Mahkemesi’nin hemen tüm üyelerince laiklik dışı eylemlerin odağı olarak saptanmış olan bir siyasal kadronun hâlâ iktidarda kalma cesaretine; Meclis’teki güce rağmen Anayasa’da ve Seçim Yasası’nda arzulanan değişikliğin bir türlü gerçekleştirilmemesine, buna karşın istediği yasayı gece yarısı geçirebilen bir siyasal erke karşı kılı dahi kıpırdamayan Batılı çevrelerin ve yerli aydınların, nedense silahlı kuvvetlerin her hareketine tepki vermesi çifte standarttır ve yoruma muhtaçtır! Kapitalist sistem ile TSK arasında bir zıtlık bulunmadığı açık iken, nitekim rejime karşı çıkan fidanların bazukalarla katledilmesinde ve idama sürüklenmelerinde kılı dahi kıpırdamayan ve insan haklarını sorgulamayan Batılı çevrelerin, silahlı kuvvetlerin sistem içi müdahalelerine karşı alerjisinin nereden kaynaklandığı izaha muhtaçtır!
Bu alerji, silahlı kuvvetlerin hangi görüş veya tavrının Batılı emperyalistlere ve yerli aydınlara ters geldiğinin saptanması ile anlaşılır. Sistemle bir çatışması olmayan silahlı kuvvetlerin iç siyasete karşı olmasını, salt güç kaybı refleksi ile açıklamaya çalışmak, fazla yanlış olmamakla beraber kolaycı bir ezberdir. Silahlı kuvvetlerin iç siyasette geliştirdiği refleks, siyasetin emperyalizmin aracı konumuna çekilirken, bunun perdelenmesinde dinciliğin siyasete alet ediliyor olmasıdır. Silahlı kuvvetlerin bu tavrının küresel emperyalistleri ürkütmesi, dinciliğin emperyalizmin desteğini oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Geçmişte “Yeşil Kuşak” projesine hapsedilen, şimdilerde de “ılımlı İslam” kalıbına sokulmaya çalışılan Türkiye’de, bu oyunu bozan her kesime sistematik olarak karşı çıkılır ve çıkılmaktadır da!
Başbakan’ın, “Kimse askerin arkasına sığınarak siyaset yapmasın!” söylemi ne kadar doğru ve geçerli ise aynı şekilde, “Kimse, emperyalistlerin himayesindeki sözde liderlerin cemaatlerinin arkasına sığınarak siyaset yapmasın!” söylemi de o kadar doğrudur.
İZZETTİN ÖNDER
ÖNCEKİ HABER

Mardin: Şehir, tarih ve sinema

SONRAKİ HABER

Patron 10 aydır ücret ödemedi karakola götürülen ise işçi oldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...