30 Haziran 2009 00:00

DURUM


“Meramım basit: Devlet “ödeme gücü olanlara sözüm ona “bedava eğitim” vermesin. Ödediğimiz vergilerle eğitimi finanse eden devlet sadece “ödeme gücü” olmayanların çocuklarının eğitim masraflarını finanse etsin.

Paylaş

“Meramım basit: Devlet “ödeme gücü olanlara sözüm ona “bedava eğitim” vermesin. Ödediğimiz vergilerle eğitimi finanse eden devlet sadece “ödeme gücü” olmayanların çocuklarının eğitim masraflarını finanse etsin. Böylece hem kaynak kullanımı daha rasyonel hale gelecektir, hem de devlet “garip-gurebaya” daha fazla destek sağlayabilecektir.” Bu satırların yazarı Hürriyet Gazetesi’nden Cüneyt Ülsever. Ülsever bir liberal ve özelleştirmeyi her alanda savunduğu gibi eğitim alanında da savunuyor.
Ülsever özelleştirme tezini güçlendirmek için ortaya “güçlü” kanıtlar ve örnekler koymaktan da geri durmuyor. İşte bu kanıtlara somut bir örnek; “Devletin sırtındaki yükü azaltmak için özel okullar da teşvik edilmelidir. Bugün bu görüşü irdeleyeceğim. Önce bir hatırlatma: Türkiye’de ilköğretim seviyesinde özelleştirme sadece ve sadece yüzde 2.2 oranında. Halbuki aynı oran ABD’de yüzde 10, Suudi Arabistan ve Yunanistan’da yüzde 8, İran’da bile yüzde 6! İşin daha garibi, ülkemizde MEB’e bağlı 344 bin öğrenci özel okula giderken, 1 milyon öğrenci özel dershanelere gidiyor. (Kaynak-MEB: 2007-08) Bu durum şu anlama gelmektedir: Takriben, 650 bin öğrenci devletten bedava eğitim alıyor, ama özel dershanelere her yıl milyarlarca para akıtıyor!”
Kanıtlar oldukça güçlü! İran bile ilköğrenim seviyesindeki özelleştirme de Türkiye’den ileri! Özelleştirme bir dönem bütün dünyayı kasıp kavuran bir uygulama idi. Burjuva liberal rüzgarlar sert esiyor, sadece eğitim değil, sağlık da özelleştiriliyor, geçmişte kamu yatırımı olarak kurulmuş olan sanayi tesisleri de özelleştirilerek yerli yabancı patronlara peşkeş çekiliyordu. Bu nedenle pek çok fabrikanın kapısına kilit vurulurken, bunların değerli arazilerine vb. daha yüksek kâr getireceği düşünülen üretim dışındaki farklı alanlara yatırımlar yapılıyordu. Özelleştirmenin temel amaçlarından birisi, sermayeye yeni imkanlar sunmak, sermaye ilişkilerini “derinleştirmekti”
Ama bu dönemin sonu kapitalizmin dünya çapında krizi ile geldi. Sermayenin uluslararası patronları, emperyalist ülkelerin şefleri gerçekten iyi çalışmışlardı. Sermaye ilişkileri yaygınlaşmış ve derinleşmiş, bunun sonucu olarak da kriz derinden ve güçlü vurmuştu! Trilyonlarca dolar para akıtılarak, dünya çapında bankalardan sanayi kuruluşlarına kadar bir dizi sektörde zorunlu “devletleştirmeler” yapılmış, tüm zararlar halkın sırtına yıkılmış- çünkü devlet bütçesini onlar finanse ediyorlar- yapılan işe teorik bir temel sağlamak üzere Keynes yeniden keşfedilmişti. Ama hatırlatmakta yarar var, Keynes’in söylediklerinin ilk uygulanması kapitalist çıkarları güçlendiren kamu harcamalarının, özellikle askeri harcamaların artması, enflasyonun yükselmesi olmuştur. Sonrasında gelen ise dünya çapında büyük -İkinci Dünya Savaşı- bir kapışmadır.
Burjuva liberallerin sesi kuşkusuz artık eskisi kadar güçlü çıkmıyor. Ancak özeleştirmeye yönelik sesler cılız da olsa duyuluyorlar. Şimdide de bize Ülsever gibiler taktik değiştirerek, yutturabiliriz amacı ile “garip, gurebaya daha fazla destek sağlayabilmek için” bize eğitimde özelleştirmenin faziletlerini anlatıp, bütün devlet okullarının özel dershanelere çevrilmesinin yararlarından bahsediyor. Evet devlet okulları dökülüyor ve orada çok kötü bir eğitim veriliyor. Peki bunun sorumlusu kim? Bu okulları vatandaşların parasıyla kuran, oradaki personelin parasını devlet bütçesinden ödeyen devlet! Bunu niye yapıyor? Kamu eğitimini gözden düşürmek, eğimi tümüyle ticarileştirip özel okulların önünü açmak için. Üstelik özel okullara teşvikler, muafiyetler vb. adı altında devlet okullarından daha fazla kaynak aktarıyor. Hani özel okullar devlete yük olmayacaklardı?
Devlet eğitimden, sağlıktan çekilsin, üretime zaten hiç yanaşmasın, elindeki limanları, karayollarını, köprüleri ve barajları satsın, belediye işlerini özelleştirsin vb. Peki bu devlet kamu adına ne iş yapar? Vatandaşa gaz sıkar, polis, jandarma sayısını artırır, asalak bir askeriyeyi sürekli büyütür, besler, hapishaneler yapar, mahkemeleri etkinleştirir vb. vb. Devleti tahlil edenler, devletin sadece egemenlik ve zor aygıtı olmadığını, sınıflar arasındaki çatışmayı da denetim altına aldığını, “kamu” adına iş yaparak “toplumun üstünde” bir araç olarak görünme işini de üstlendiğini, otoritesini onun üzerine kurduğunu belirtmişlerdi. Daha sonra bu “toplum üzerinde olma” ve “kamu çıkarı” sermaye ideologları tarafından halkın çıkarına karşı yapılan her işi meşrulaştırmak olarak savunuldu ve kullanıldı, hala da kullanılıyor.
Ama bu durumda halkın, yani işçi ve emekçilerin şunu deme hakkı bulunuyor; ‘Madem ki bu devlet benim, bana hizmet etsin diye verdiğim paraları en temel alanlara harcamaktan –eğitim, sağlık, ulaştırma, diğer kamu işleri- kaçınıyor ve o alanlardan çekiliyor, o zaman zaten kamu adına iş yapan bir kurum olmaktan da çıkıyor demektir. Geriye kalan çıplak zorbalıktır. Benim böyle bir devleti savunmam için artık ne gibi bir gerekçem olabilir ki? Bana şimdi gerekli olan benim, çocuklarımın bugününü ve yarınını güvence altına alacak, insanca yaşamamı sağlayacak bir devlettir. Demek ki bana yeni bir devlet lazım, kendi çıkarlarımın temsilcisi ve savunucusu olan, benim olan yeni bir devlet kurmalıyım.’ Bu anlayış ve tutum yaygınlaştığında, yeniyi kurmak için bir hareketlenme içine girildiğinde, en büyük “özelleştirme” gerçekleşecek, eski devlet müzeye kaldırılarak, gezenlerin ziyaretine açılacaktır! Bütün bunların er ya da geç gerçekleşeceğinden kimsenin en küçük bir kuşkusu olmasın!
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Başbakan’a Kocaeli’de iki protesto

SONRAKİ HABER

Tartışmalar MGK’ya taşınıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...