01 Temmuz 2009 00:00

o street bu street

Londra kazan ben kepçe, habire geziyorum. Yalnız, kepçe olarak kazanın her yerine dalamıyorum. Kemiğin öbek öbek olduğu dip kesim ile, suyun köpük olduğu üst kesim arasında ayar çekmeye çalışıyorum.

Paylaş

Londra kazan ben kepçe, habire geziyorum. Yalnız, kepçe olarak kazanın her yerine dalamıyorum. Kemiğin öbek öbek olduğu dip kesim ile, suyun köpük olduğu üst kesim arasında ayar çekmeye çalışıyorum.
Lop et kazanın orta yerinde. Kepçe olarak o mıntıkada girdap yapmam için sapımın işlemeli altın olması gerekiyor.
Neyse, yine de arkadaşlar sayesinde, o street bu street dolaşıyorum. Arkadaşlar deyince; Thomas, Jack, Angel, Liz... değil ha! Haydar, Ali, Ayşe, Deniz... Yani biz bize.
Kazanın orta yerinde, şöyle bir girdap yaptım geçen hafta. “Senin ne haddine?” diyenler olabilir. Fakat dayanışma ile her şey oluyor.
“Orta yer” dediğim, öyle ulu orta yer değil. Elin cebinde, dümbeleği gerdire gerdire istediğin gibi dolaşamazsın. Her şeyden önce cüzdanında bilmem kaç poundun olacak. Ama “ben işi punduna getiririm” deyip de, tabana kuvvet dolanıp, kıçın yer görmeden, midene zırnık girmeden turunu tamamlarsan, o başka...
Yüzyıllar evvelinden denizaşırı ülkelere seferler düzenleyerek zenginliğine zenginlik katan ve halen daha katmaya devam eden İngiltere, ortasından koca bir ırmak gecen Londra’yi öyle bir çekici hale getirmiş ki, turist olarak gelenler anadan uryan bulanik suya atlamak istiyor.
“Orta Yer”de şöyle bir dolandık gecen hafta. Convert Garden’da fötrlü, gözlüklü gitaristlerden Maykıl şarkıları dinledim. Maykil’in mefta olmasından dolayı şarkılar bangır bangır söylenmiyordu. Gitar çantasına atılan mangırların sesi duyuluyordu.
“The Tom Willy”nin gösterisinde bir adamın göbeğinin bir karış altına konulan salatalığın kılıçla bir hamlede nasıl kesildiğini gördüm. Sonra da, çocuklar da dahil seyircilerin para vermek için nasıl sıraya geçtiğini.
Bir restoranda da; flütçü, kemancı, kontrbasçı müzik grubunun sakayla karışık konseri... Adamlar yanaktan öpmek isterken dudağına öpücük kondurdukları kızlardan bile CD satarak para topladılar.
Charles Dickens’in evinde, İngiliz milyarderlerinin evlerinin hizasında kadeh kaldırdığımı da belirtmeden geçmeyeyim. Ünlu yazarın ruhunu bir bardak bira ile yad ettim.
Ha bir de mezar ziyaretim oldu. Highgate’de Karl Marx`ın mezarını ziyaret ettim. Üç pound giriş ücreti ödenerek girilen mezarlıkta, Marx’in mezar kaidesinin önünde fotoğraf çektirdim.
Sapı altın kaplamalı olmayan bir kepçenin yapabileceği her şeyi yapmaya çalışarak kazanda dolanıp duruyorum şimdilik.
ÖNCEKİ HABER

balıkgiller

SONRAKİ HABER

Lale ustaları Sultanahmet’te

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa