04 Temmuz 2009 00:00

Emel Kayın’ın öykü mimarlığı ve ‘Mekân Hikâyeleri’

Mimarlık mesleğini yaşama/yazma biçimine dönüştüren Emel Kayın; kitabının girişinde, mimarlığı, dünyayı daha keskin algılamak için sürdürülen imkansız bir çaba ve yeryüzünde bir konum arayışı olarak gördüğünü ifade ediyor.

Paylaş

Mimarlık mesleğini yaşama/yazma biçimine dönüştüren Emel Kayın; kitabının girişinde, mimarlığı, dünyayı daha keskin algılamak için sürdürülen imkansız bir çaba ve yeryüzünde bir konum arayışı olarak gördüğünü ifade ediyor. Bu duyuş ve bakış tarzı, yazdıklarını da biçimlendiriyor.
Emel Kayın’ın öyküleri, ayrı ayrı okunabildiği gibi, bir bütünün anlamlı birer parçası olarak da okunabiliyor. Yazarın kendi kurduğu mekan olan kitabındaki mimari yapıda birçok ögenin parça-bütün bağlamında diyalektik bir sarmal oluşturduğu görülüyor öncelikle. Oğuz Atay’ın, bina oluştururcasına yapıtlarını kurguladığı, en ince ayrıntısına kadar birer tasarım harikası olarak onları önce günlüklerine yazdığı görülür. Emel Kayın da mimarlık-mühendislik mantığından hareket ederek strüktürü oluşturuyor öncelikle. Bir çatı etrafında sarmal oluşturan, tekrarlanan, hareket eden, simetrik duran mimarlık denklemleri yaratıyor. Öyküler bu denklemler üzerine kurulmuş durumda. Tekil öyküler, bütünsel kurguya bağlanırken, yaşamın da birtakım denklem unsurlarından meydana gelen büyük bir denklem oluşu sezgisine ulaşıyoruz. Yaşamın sürmesi, aynen bir bina gibi, bu denklem(ler)in sağlam kalması ile ilgili bir hakikat.
Mekân Hikâyeleri’nde az yazarak öze ulaşmayı amaçlayan yazar, sözcüklere imgeler yükleyerek, metaforlar oluşturarak, alegoriler yaratıp göndermelerden yararlanarak yoğun anlamlar yaratıyor. Mimari yapıtlardaki ritim duygusunu, cümle, sözcük ve ses tekrarları bağlamında metnine eklemlendiren Emel Kayın, böylece şiire yakın duran, özlü metinlerle merhaba diyor.
Taşıyıcı özün (strüktür) bilinçli ve dikkatli kurulumunun yanı sıra felsefi derinlikler ve okurda çoğalan anlamlarla zenginleşen öykü metinleri hem aklımıza hem yüreğimize sesleniyor. Öykülerin esinleyen metinler oluşu; okuyanda yazılar yazmak, şiirler yaratmak için esinler uyandırması, onları daha etkili kılıyor. Bu öykülere sesten çok sessizlik egemen; boşluklar epeyce yer kaplıyor. Sessizlik, okurun iç sesinde çoğalırken, boşluklar okur tarafından yaşam/anlam alanlarıyla dolduruluyor. Mekân Hikâyeleri’nde insana ait pek çok ayrıntıyı dillendiren yazar, özellikle bireysel ve toplumsal korkuları irdeleme ve anlatımda oldukça etkili: “Korku, korkulanın ve korkulacak olanın yüzünü gördüğüm anda bitti. O da korkuyordu.” (s.73) Zamansız ve mekansız görünse de öykülerinde yaşadığımız döneme, topluma, dünyaya dair pek çok ileti ve yorumlamalarını dile getiriyor, irdeleme ve sorgulamaların kapılarını açıyor Emel Kayın. Başka bir zamanı anlatır göründüğü öykülerinde bugüne, yaşadığımız dünyaya göndermeler yapıyor.
Kitap, dört ana bölümden oluşuyor: Zaman Hikâyeleri, Kent Hikâyeleri, Ev Hikâyeleri, İnsan Hikâyeleri. Yazara göre bu dört ana unsur, aynı zamanda birer mekan olarak var oluyor: “Zaman, bir mekândı. İstenildiğinde zamansızlıktan kaçılıp içine saklanılan...” (s.11) diyor. Modern insanın kentlerdeki yaşamını “Uzun zamandır kendisinin, kentin sokaklarında yürüyen bir kum saati olduğunu düşünüyordu. Sürekli baş aşağı dönen ve akışını tekrar eden.” (s.34) diye anlatırken, kentin kum saatine benzettiği insanın tekdüze yaşamına işaret ediyor. Dağ gibi çöp yığınlarını, sürekli tüketen ve kirleten insan gerçeğini gösteren yazar, ev hikayelerinde evin insanla anlam kazanan bir mekan oluşuna vurgu yapıyor. Bir evde insan soluğu, insana ait titreşimler ve yaşam enerjisi duyumsandığında orası sıradan bir mekan olmaktan çıkıyor, gerçek bir ev halini alıyor. İnsan hikayelerinde yazar insanın iç çelişkilerine, kendi içinde oluşturduğu labirentlere, yıkamadığı için mutsuz olduğu, görünür ya da görünmez duvarlara dikkatimizi toplamamızı sağlıyor. En zorlu durumların anlatıldığı öykülerde bile bir çıkış yolunun gösterilmesi, umut ışığının en karanlık labirentleri aydınlatması ve açmazları çözmesi; yazarın yaşam karşısındaki olumlu duruşunu ve insana güvenini temsil eden örnekler olarak var oluyor.
Emel Kayın, bu kitabında deneysel edebiyat köprüsünden geçiriyor bizleri. Türler arasında kesin sınırların ortadan kalktığı, klişelerin ve şablonların aşıldığı deneysel edebiyat anlayışı, var olan formların aşılmasıyla ilerleyen bir süreç. Yazınsal yaratıcılık, böyle bir edebiyatın içinde filizleniyor ve gelişiyor.
Kitapta yer yer masal tatları alıyor olsak da, masallar yanılsaması içinden yaşadığımız hakikatler evrenine pencerelerin açıldığını görüyor; zamansızlık anlatılırken zamana, mekansızlık anlatılırken mekana vurgu yapıldığını duyumsuyoruz. Astrofizikçi Hubert Reeves, “Boşluk, bakışımın biçimini alıyor” der bir kitabında. Emel Kayın da boşluğa anlam kazandıran insani ve bilgece bir bakışla yazmış öykülerini.
Sonuçta Mekân Hikâyeleri, somut ve soyut mekandaki sevgisizliğe, adaletsizliğe, korku kültürüne, kazanma hırsına, ötekileştirmeye, anlamak için çaba göstermemeye, yılgınlığa direnmeyi öneren ve yeni-iyi başlangıçlar yapma umudunun hayatın içinde saklı olduğuna inanan bir kitap. Bu kitaptaki öyküleri okurken yaşadığımız mekanlara bilinçle bakıyor; yaşamı yeniden keşfe çıkıyoruz.
Hülya Soyşekerci
ÖNCEKİ HABER

‘Hayattan yana bir şairdi’

SONRAKİ HABER

Galatasaray’ın ilk ciddi sınavları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...