05 Temmuz 2009 00:00

SADEDE GELELİM

Gazetelerde burjuva iktisatçıları, ekonominin geleceğine ilişkin senaryolar çizerken, sık sık Türkiye’nin yabancı sermaye girişlerine muhtaç olduğunu iddia etmektedir.

Paylaş

Gazetelerde burjuva iktisatçıları, ekonominin geleceğine ilişkin senaryolar çizerken, sık sık Türkiye’nin yabancı sermaye girişlerine muhtaç olduğunu iddia etmektedir. Son olarak 3 Temmuz günü Radikal gazetesinde bir bankanın uzmanı, makalesinde Türkiye’de hükümetin önünde iki strateji seçeneği olduğunu; ya IMF ile anlaşacağını, ya da ülkemize sermaye girişlerinin normalleşmesi halinde IMF ile anlaşmadan vazgeçebileceğini yazdı.
Ülkeye giren yabancı sermaye nerede, nasıl kullanılmaktadır? 2006 yılının başından 2009 yılının ortasına kadar, yani üç buçuk yılda Türkiye’ye 159 milyar dolar yabancı sermaye girdi. Bunun bir kısmı doğrudan yatırım, yani Türkiye’de işletmelerin kontrolünü hedefleyen yabancı döviz girişi; bir kısmı kısa vadeli kazanç peşinde bono, tahvil ve hisse senedi almaya yönelen portföy yatırımı; bir kısmı da çeşitli kredilerdi. Bunlar kayıtlı döviz girişleridir. 2006 yılının başından 2009 yılının ortasına kadar, ödemeler bilançosunda “net hata ve noksan” diye gösterilen, kayıt dışı 12 milyar dolar girdi. Demek ki, Türkiye ekonomisine üç buçuk senede toplam 171 milyar dolar girmiş bulunmaktadır.
Üç buçuk yılda cari işlemler açık verdi: 114 milyar dolar. Cari işlemler hesabına mal ve hizmet ihracatı, mal ve hizmet ithalatı, şirketlerin dışarıya ve dışarıdan kâr ve faiz transferleri; bir de karşılıksız transferler (‘işçi dövizleri’) girmektedir. Üç buçuk yılda mal ve hizmet ticaretindeki açığımız 96 milyar dolar. Yerli sermayedarların dışarıda kazanıp Türkiye’ye transfer ettikleri kâr ve faizlerle yabancıların Türkiye’den dışarıya transfer ettiği kâr ve faizlerin toplamı da 24 milyar açık veriyor. Yurtdışında yerleşmiş Türkiyelilerin gönderdikleri döviz 6 milyar dolardı. Bu döviz cari işlemler açığını bir gıdım azaltmaktadır: 96 artı 24 eksi 6 eder 114.
Ekonomiye üç buçuk yılda giren 171 dolarlık paranın (yabancı sermayenin) 114 milyarı cari işlemler açığına harcandı. Gerisi?.. Kalanın 17 milyar doları Merkez Bankası’nın rezervlerinde birikti. Böylece 161 milyardan 131 milyarın ne olduğunu anladık: Cari işlemler açığını kapatmakta kullanılıp Merkez Bankası’nın rezervlerinde biriktirildi. Kalan 40 milyar ne oldu?.. 40 milyar doları da Türkiyeli sermayedarlar, şirketler ve Türkiye’de yerleşik yabancı şirketler dışarıya transfer etti. Bütün bu rakamlar, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın verileridir.
Demek ki, üç buçuk yılda Türkiye’ye resmi yoldan giren dövizin dörtte biri burjuva sınıfının yurtdışında malvarlığını artırmakta kullanıldı.
Tahlili bu noktaya kadar okuyunca; insan, Türkiye’nin cari işlemler açığı verdiği, bu açığı karşılamak için dışarıdan parasal kaynak sağlamaya muhtaç olduğumuz; ama gereksediğimizden fazla parasal kaynak geldiği, bunun da bir kısmının çarçur edildiği sonucuna varabilir. Bu tablo tamam değil; natamamdır. Çünkü cari işlemler açığı Türkiye toplumunun, Türkiye ekonomisinin yapısal bir kamburu değildir. Bir kere cari açıkta burjuva sınıfının gereksiz lüks mal ve hizmet ithalatı vardır. Bu gereksiz ithalat, sadece tüketim malları değildir: İnşaat malzemesinden enerjiye (petrole vs.) kadar çeşitli “ara malları” doğrudan mutlu azınlığın ihtiyaçlarını karşılamaktadır. İkincisi, yabancı sermaye girişleri bizatihi cari işlemler açığının kabarmasının sebebidir. Çünkü bu sermaye girişleri, dövizi ucuzlatarak ithal mallarını ucuzlatmakta ve ithal malı kullanımını kışkırtmaktadır. Öte yandan, Türkiye’de üretilen malların TL maliyeti enflasyon sebebiyle yükselirken, döviz kuru sabit kaldığından ihraç mallarının fiyatı artmakta ve ihracat zorlaşmaktadır.
Demek ki, 2006-2009’da eğer Türkiye’ye (kayıtlı işlemlerle) 159 milyar dolar yabancı sermaye, ya da (toplam) 171 milyar dolar girmese idi, cari işlemler açığı muhakkak 114 milyar dolardan daha az olacaktı.
Türkiye ekonomisinin dış dünyaya bağımlılığını azaltmayı hedefleyen bir hükümet, ithalatı kontrol ederek zorunlu mal ve hizmet dışında ithalatı caydıracak tedbirler alsa; ilaveten yabancı ülkelerdeki sermayedarların Türkiye’den dışarıya kâr faiz transferlerini kısıtlasa, cari işlemler açığı daha da azalır idi.
Türkiye döviz buhranlarından sonra, TL’nin değerinin hızla azaldığı yıllarda cari işlem hesabı fazla vermektedir. Cari işlemlerimiz 1991’de, 1994’te ve 2001’de fazla verdi. Demek ki cari işlemler hesabımız yüksek bir kur ile denkleşebiliyor.
Cari işlemlerin içinde, son üç buçuk senede mal ve hizmet ticaret açığının 96 milyar, kâr ve faiz transferlerinden ortaya çıkan açığın 24 milyar olduğunu gördük. Mal ve hizmet ticaret dengesi ile kâr ve faiz transfer dengesini daha uzun bir dönemin verileriyle karşılaştırınca, değişik bir tablo çıkmaktadır. 1984-2008 yıllarında kâr ve faiz transferlerinin mal ve hizmet açıklarına oranı yüzde 120 bulunmaktadır. Yani uzun süre cari işlemlerimiz mal hizmet ticaretinden ziyade kâr faiz transferinden açık vermiştir. Cari işlemler açığının yarısından fazlası kâr ve faiz transferlerinden meydana gelmiştir. Son üç buçuk senede bu nispetin değişmesi, dövizin ucuzlaması sebebiyle mal ve hizmet ticaretinde açığımızın ne kadar kabardığını göstermektedir. Bu karşılaştırma, mal hizmet ticaret açığımızın suni şekilde kabarmadığı yıllarda, cari işlemler denge açığının kâr ve faiz transferlerinden kaynaklandığını da göstermektedir.
Demek ki, toplumun azınlığının değil de çoğunluğunun menfaatine çalışan bir iktidar, yabancı sermaye girişlerini ve kontrolsüz dış borçlanmayı kısıtlasa; konvertibiliteyi kaldırarak dışarıya sermaye kaçırılmasını engellese, ithalatı kontrol ederek lüzumsuz ithalatı önlese ve dışarıya kâr ve faiz transferlerine yol açan borçlanmaya ve ‘yatırımlara’ karşı tedbir alsa, Türkiye’nin dış ödemeleri ve dış ticareti sağlıklı bir dengeye kavuşabilir.
Elbette ki burjuva sınıfının uzmanları, alimleri, Türkiye’nin yabancı sermayeye muhtaç olduğu izlenimi verecektir. Bütün bu sermaye girişleri, sermaye çıkışları, lüzumsuz ticaret, kâr ve faiz transferleri, hepsi yerli ve yabancı burjuvaların birbirleriyle maddi ilişkilerini geliştirip tümünün refahını artırmakta; üretilen hasılat da mülk gelirlerinin (kârların, faizlerin, kiraların) payını artırarak sermaye birikimine yaramaktadır.
CEM SOMEL
ÖNCEKİ HABER

‘Davutpaşa’yı unutmadık unutturmayacağız!’

SONRAKİ HABER

İşçi mücadele programı bekliyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...