11 Temmuz 2009 00:00

MERCEK

Çin’in Sincan Özerk bölgesinde meydana gelen “etnik temelli çatışma”ya, “Türkiye’nin aktif şekilde müdahale etmesi”ni isteyen kimi politikacı ve yazarlar...

Paylaş

Çin’in Sincan Özerk bölgesinde meydana gelen “etnik temelli çatışma”ya, “Türkiye’nin aktif şekilde müdahale etmesi”ni isteyen kimi politikacı ve yazarlar, böyle bir “müdahale”nin olabileceğine gerçekten inanıyorlar mı? Ya da şöyle de sorulabilir: “Türkiye’nin Çin’e karşı bazı diplomatik açıklamalar yapma ve buna uygun tutum alma ötesinde herhangi yaptırım olanağı ve gücü var mı?” Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde ve örneğin Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere Batılı emperyalistlerden bağımsız bir rolü var mıdır?
Bu sorulara olumlu cevap verilemez. Buna rağmen, tüm bunların mümkün olduğu kabul edilse bile, Türkiye’nin “Türklük” iddiasıyla ve “soydaşlarımız” propagandasıyla sınırları dışındaki herhangi bir ülkeye, bölgeye, topraklara müdahale; dahası “Aktif müdahale” hakkından söz edilemez. Sırası geldiğinde, “Bağımsız yaşama hakkı”ndan, “Uluslararası ilişkilerde karşılıklı haklara saygı ve eşit ilişkiler”den söz edenler, çıkarlar ve istismar söz konusu olduğunda, çok kolayca “Müdahale gereği”nden, “Soydaş çıkarları”ndan, “Dünya Türklüğünün gücünün gösterilmesi” üzerinden halk kitlelerine seslenmeye, milliyetçi duygu ve başkalarına karşı şoven önyargıları güçlendirmeye çalışıyorlar. Başkalarına yaptırım gücüne sahip olmalarından değil, istismar üzerinden siyasal rant sağlama gibi, en kaba çıkar anlayışıyla hareket ettiklerinden.
“Pan Türkizm” Türk ırkçılığını maceralara sürükleyen bir akım olarak uzun yıllar etkili oldu ve halen de izleri devam etmektedir. Daha kısa zaman öncesine kadar, “Adriyatikten Çin Seddi’ne kadar büyük Türk dünyası” vaazından geçilmiyordu. ABD’nin dünya politikalarının piyonluğu üzerinden “Dünya Türklüğü” riyakarlığıyla Orta Asya-Kafkasya halklarının, uzak tarihsel-kültürel bağların istismarı temelinde bu çıkarlara bağlanması için çaba gösteriliyordu. Önceleri Sovyetler Birliği’ne karşı, sosyalizmin tasfiyesi sonrasında da Rusya’nın Batılı emperyalistler tarafından “köşeye sıkıştırılması” ve güçten düşürülmesi için, ve “Pastadan bize de belki lokma düşer” anlayışıyla hareket ediliyordu. Sonra, Rus yöneticilerin “Haddinizi bilin!” çıkışıyla, bu demagojik söylem “Reel politika gereği” terk edildi.
Ancak milliyetçi-şovenist istismar çabası devam etti. Orta Asya halklarının bin yılları bulan ayrı tarihsel şekillenmeleri, farklı iktisadi-toplumsal biçimlenmeleri, içinde yer aldıkları devletlerin durumu vb. koşul ve etkenler dikkate alınmadan, “Dünya Türklüğü” vaazı canlı tutuldu. İçerde şoven milliyetçilik güçlü tutulmak, dışarıda “Türkiye’nin hinderland gücünün büyüklüğünü göstererek uluslararası etki ve payını artırmak” anlayışıyla hareket edildi. Resmi-gayrı resmi, açık-gizli, bu bölgelerde ve bu halklar içinde, onların milliyetçi-şoven burjuva güçlerinin bir kesimiyle ilişkiye geçilerek misyonerlik faaliyeti yürütüldü, Azerbaycan’da olduğu gibi bazılarında darbeler örgütlenmeye çalışıldı, ve ABD’nin faaliyetleriyle örtüşür şekilde kışkırtıcı politikalar izlendi. Bunun yeni versiyonu “Yeni Osmanlıcılık” olarak, ve yine milliyetçilik istismarını emperyalistler yedeğinde sürdürmek üzere gündeme getirildi.
Çin’in Sincan Özerk bölgesinde Uygurlarla Han milliyetinden Çinliler arasındaki “Etnik çatışma”ya, “Bizim Doğu Türkistan’daki soydaşlarımıza sahip çıkmamız gerekir, ne duruyoruz, aktif şekilde müdahale edelim” çığırtkanlığı bu politika ve tutumun ifadesidir. Bu tutum ve politikanın Uygurlara bir yararı da yoktur. “Uygurların anası” diye reklam edilen Rabia Kadir, ABD’ne yerleşmiş ve ABD’nin çıkarları doğrultusunda faaliyet yürütmektedir. “Uygur Türkleri’nin özgürlüğü” sorunu, Dalai Lama hareketinin Batılı emperyalist devletlerin elinde oyuncak haline gelmesinde görüldüğü üzere, emperyalist politikaların malzemesine dönüştürülmüştür. Bu tutum ve politika sürdükçe de, etnik çatışmaların sona ermesi mümkün olmayacaktır.
Bugün gerekli olan, Çin’in Uygur bölgesindeki çatışma elbette halkların yararına değildir ve bir an önce ve kan dökülmeden, idamlı-zindanlı uygulamalara baş vurulmadan sona erdirilmesidir. Halkların yararına olan budur. Ancak, nerede olursa olsun ulusal baskı ve ayrımcılığın gerçek temelinin kapitalizm olduğu; bu temel üzerinde burjuva milliyetçi ve şoven çatışmaların ortaya çıktıkları; tüm karşı açıklamalara rağmen burjuva emperyalist güçlerin bunları kullanıp istismar ederek düzenlerini sürdürmeye çalıştıkları da bir gerçektir. Nerede yaşadıklarından ve olaylarla doğrudan yüz yüze olup olmamalarından bağımsız olarak işçi sınıfı ve emekçi kitlelerinin sürekli göz önünde ve akılda tutmaları gereken budur. Bu Türk ulusundan olanları başta olmak üzere tüm milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçileri için daha da güncel, somut, yaşamsal önemde bir sorundur.
A. Cihan Soylu
ÖNCEKİ HABER

KESK’lilere dayanışma kartı

SONRAKİ HABER

Samandağ festivalinde panel

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa