09 Temmuz 2009 00:00

Hava kurşun gibi ağır

Kamu emekçileri ağustos ayında yeni bir toplu görüşme süreci içerisine girmiş olacak. Aslında kamu emekçilerinin geniş kesimlerince tanımlanan ismiyle orta oyununa.

Paylaş

Kamu emekçileri ağustos ayında yeni bir toplu görüşme süreci içerisine girmiş olacak. Aslında kamu emekçilerinin geniş kesimlerince tanımlanan ismiyle orta oyununa. KESK geçmiş dönemlerdeki görüşmeleri değerlendirdiğinde, bu oyunun geçen yıl olduğu gibi bu yıl da aynı senaryo ile oynanacağını görmek zorunda. Devlet güdümlü sendikalar olan Türkiye Kamu-Sen ve Memur-Sen kendi rollerini tekrar oynayacaklar, hükümetin tekliflerini kamu emekçileri açısından ret ediyormuş gibi gözüküp “Ne yapalım devletin olanakları bu kadar, bizde fedakarlık yapmak zorundaydık, bu nedenle ülkenin bölünmez bütünlüğü adına uzlaştık” veyahut “uzlaştırma kurulunca uzlaştırıldık ve hükümetle anlaştık” diyeceklerdir. KESK’e gelince evin yaramaz çocuğu rolünde olacaktır. Hükümetle hiçbir şekilde anlaşmayacak ve masayı terk edecektir. Bu, bugünden görünen bir gerçektir (Kriz düşünüldüğünde hükümetin KESK’in tekliflerini kabul etmesi abesle iştigal etmek demektir).
Burada kamu emekçilerinin örgütü olan KESK’e şu konuları hatırlatmak oldukça önemli. Geçmiş toplu görüşme süreçlerinden KESK yeterince ders çıkardı mı? Öncelikle geçen yılı hatırlayalım. Devlet güdümlü sendikaların en fazla üyeye sahip olarak masaya oturduğu ve KESK’in üçüncü sendika konumuna düştüğü gerçeği var. Geçen yıl toplu görüşmeyi “Toplu sözleşmeye” çevireceğiz şiarı ile başlayan eylem ve etkinlikler günü kurtarmaktan başka bir amaca hizmet etti mi? Alınan eylem kararları bu talebin çok gerisinde olduğu gibi sendika kadrolarını dahi heyecanlandırmadı ve eylemlere katılmalarını sağlayacak beklentide değildi (Güvenpark’ta şube yöneticilerinin gecelemesi dışında ciddi bir eylem de yoktu zaten). Geniş kamu emekçilerinin katılımını hedeflemeyen eylem kararları kadroları dahi harekete geçirmemişti. Bir dizi basın açıklaması niteliğinde olan eylemlerden sonra, beklenen oldu. KESK görüşmelerden çekildi (Çekilmekte haklıydı bunu belirtelim). Ancak görüşmeden çekilirken KESK Genel Başkanı Sami Evren’in hükümeti kasım ya da aralık ayında yapılacak daha kitlesel eylemlerle tehdit etmesi, aslında günü kurtarmanın başka bir yoluydu. Bu kuru sıkı tehdidin imdadına ekonomik kriz yetişti. Krizin de etkisi ile 29 Kasım eylemi nispeten kitlesel, ancak devamı gelmeyen bir eylem olarak kaldı.
Burada şu soruları sormak yerinde olacaktır. Toplu görüşme sürecinden sonra devlet güdümlü sendikaların tutumları kamuoyunda ve iş yerlerinde yeterince teşhir edildi mi? Gelecek döneme yönelik olarak daha kitlesel eylemler yapmak için işyerlerinde yeterince aydınlatma ve destek çalışması yapıldı mı?
Bu soruların yanıtlarını düşüne duralım. Bu yıl Ağustos 2009 toplu görüşme sürecine, mayıs ayında alınan karar gereğince grev yapma hedefi ile giriyoruz. Grev yapmaya yönelik olarak KESK’e bağlı sendikalar haziran ayından bu yana bir dizi eylem ve etkinlikler yapıyor. Toplu sözleşme ve grev hakkı kamu emekçileri hareketinin sendikalaşmasının temel nedeni. Kamu emekçileri yirmi yıla yakın bu talepler için mücadele ediyor. Kamu emekçilerinin sendikal mücadelesinde 1990’lı yılların özel bir yeri vardır. KESK o dönem toplumsal mücadelenin en önemli dinamiğiydi. O dönemde taleplerine fiili meşru mücadele anlayışı ile grev yaparak ulaşabileceğini biliyordu. Bugüne göre o dönem daha kitlesel, mücadeleci ve geniş bir sendikal kadroya sahipti. Tüm bunları yeniden anımsayarak şunları söylemek zorundayım. Grev talebi günü kurtarma adına heba edilemeyecek kadar önemlidir. KESK yöneticileri de bunu bilecek kadar deneyime sahipler. Grev öncelikle kitlelerin isteği ve iradesi ile yapılır. Bir grup sendikalı kadro ve aktivistlerince değil. Bu talebe önce örgüt yöneticileri inanmak zorunda. Grev için gerekli çalışmaları ve hazırlıkları yapmak, örgüte bu güven ve motivasyonu vermek zorundadır. KESK yöneticileri kamu emekçilerinin örgüte olan güvenini yeniden tazelemek, KESK’i yeniden bir umut haline getirmenin yollarını bulmak zorundadır. Güven sağlamanın yolu hamasi nutuklar ve beklenen ancak hemen elde edilemeyecek istekleri yeniden dillendirmekten geçmiyor. Güven sağlamanın yolu mevcut gerçekleri görerek ve döneme uygun politika, taktik ve mücadele anlayışından geçiyor.
Dünyada ve Türkiye’de kapitalist bir kriz yaşanıyor. Bu krizden kamu emekçileri de etkileniyor, etkilenecek de. Toplu görüşme orta oyununda hükümet açık ki kamu emekçilerden de fedakarlık bekleyecektir. Açlık ve yoksulluk içeren zam oranları önerecek ve bu zam oranlarını kabul edilecektir. Bu durum karşısında, sendikalı, sendikasız, hatta devlet güdümlü sendikalara üye olan kamu emekçileri dahi KESK’in sesine kulak tıkamayacaktır. KESK grev hakkını ancak grev yaparak alacaktır. Bu nedenle kamu emekçilerinin örgüte olan güvenini daha da geliştirmeli, geniş kamu emekçilerinin beklentilerine uygun ortak talepler çerçevesinde sınıf ve sendikal mücadelesini yürütmelidir.
Bir diğer önemli olanak da işçilerin toplu sözleşme süreci içerisinde olmasıdır. Hükümet kamu işçilerine de sefalet içeren zam oranlarını dayattı. Sendikal bürokrasiye karşın işçiler ciddi eylemlilikler yapmaya hazır. Hükümet işçileri tehdit ediyor. Başbakan’ın “Kusura bakmasınlar, greve gidecekseler buyursunlar” sözüne karşı işçiler tepkili. Kamu emekçileri işçilerle birlikte hareket etmeli işçilerin yapacakları grev dahil her türlü eyleme destek vermelidir. Bu sorun sadece işçilerin değil bütün emekçilerin sorunudur. Aslında emekçiler açısından, tarihi bir dayanışma ve birlikte mücadele etmenin koşulları da yakalanmış durumdadır. Bu hükümetle ne işçiler ve onların sendikalarının tek başlarına mücadele etmesi anlamlıdır, ne de kamu emekçileri ve KESK’in tek başına mücadele etmesi anlamlıdır. Ancak sınıfsal bir birlik sağlanırsa anlam ifade eder. Bunun sonucunda KESK grev hakkını elde edebilir ve işçiler de krizin faturasını kamu emekçileri ile birlikte ödememiş olur. Kamu emekçileri ve işçiler arasında yakalanacak bu birlikte mücadele etme ruhu, milyonlarca örgütlü örgütsüz emekçileri bir araya getirecek koşulları yaratacaktır. Burjuvazinin ve hükümetin tek dayanağı ve gücü, emekçilerin dağınıklığı ve birlikte mücadele edecek koşulları oluşturmamasında yatmaktadır. Kamu emekçileri ve işçiler bu dönemde ortak talepleri olan krizin faturasını biz ödemeyeceğiz, insanca yaşayacak ücret, esnek, kadrosuz, güvencesiz çalışmaya karşı, sosyal güvenceli, sağlık, eğitim hakkı vb. için birlikte mücadele etmeyi başardığında, bu oyun bozulacaktır. Büyük ozan Nâzım Hikmet uzaktan sesleniyor: “Hava kurşun gibi ağır, bağır bağır bağırıyorum, koşun kurşun eritmeye çağırıyorum”
HÜSEYİN KAYA-Eğitim Sen Ankara 3 No’lu Şube Örgtl. Sekreteri
ÖNCEKİ HABER

Tam zamanı

SONRAKİ HABER

Kamu çalışanları hareketinin neye ihtiyacı var?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa