12 Temmuz 2009 00:00
Kara
Yzin dediğiniz şey çok acayip. Herkesin hakkı, Mustafa Karanın bile. Hayat Televizyonunun haber müdürü, Karaborsanın Karası, bu sayfanın DVDcibaşısı...
Yzin dediğiniz şey çok acayip. Herkesin hakkı, Mustafa Karanın bile. Hayat Televizyonunun haber müdürü, Karaborsanın Karası, bu sayfanın DVDcibaşısı Mustafa Kara, hangi bölümüdür bilemiyorum, yıllık izin dolayısıyla bu hafta buralarda değil. Hani benim sinema yazarım nerede diyenler, benden başkasını göremeyecekler, kusura bakmayın. Ben de DVD yazayım da, hasretinize bir nebze çare olayım dedim.
Geçenlerde Kurtlar Vadisi Irakın DVDsi lazım oldu. Diyelim ki çok özlemişim, bir daha bir daha izlemek istedim, olamaz mı? Bildiğim, rastladığım bütün DVDcilere sormaya başladım. Hiçbirinde yoktu. Aramaların ortasında bir yerden sonra merak ettim, Recep İvedikin birincisi bulunur mu acaba diye. Sordum, hiçbirinde o da yoktu. Meraktan sormaya başladım ben artık, şu var mı, bu var mı. Babam ve Oğlum çıktı birinde. Onun dışında bu filmler yoktu, bulamadım.
Bu sıcakta o kadar film aramışım, yorulmuşum, buradan bir yazı çıkarsam çok mu?
Bu manzarayı neden önemsiyorsun derseniz, hatırlatayım. Bu filmler, memleketin en çok izlenen filmleriydi bir dönem. Rekorlar kırmış filmlerdi. Dile kolay. Sinemada dört milyon seyirciyi geçmiş filmlerdi. Dört milyon. Rakamla 4000000.
Recep İvedik, Kurtlar Vadisi Irak, Babam ve Oğlum, sıralama öyle gidiyor. Recep İvedik 2 var bir de, bu sınırı aşmış olan. O henüz yeni olduğundan DVDsi bulunabiliyor. Bunun dışındaki bu rekortmen filmlerin, bu vaktiyle, vaktiyle dediysem çok değil, sinemada yer bulabilmek için insanların birbiriyle kapıştığı, her ağlayanın birbirini gitmeye zorladığı, İzlemedim diyenin insan içine çıkamadığı filmlerin DVDsi bulunmuyor. Getirmiyorlar, çünkü kimse aramıyor.
Her film doya doya yıllarca izlenecek diye bir kural yok, biliyorum. Bir filmin DVDsinin bulunmaması da onu kötü film yapmaz, onu da öne sürmüyorum tabii ki. Ama bu işte bir gariplik olduğunu düşünmeyenle tartışırım.
Şimdi, bir filmi insanlar sinemada gösterilirken ayıla bayıla izleyecek, sonra unutur gibi olacak. DVDsi çıktığında ufak çaplı bir popülerleşme daha yaşayacak. Birkaç ay sonra, tıs. Adı bile unutulacak. Normal mi bu?
Sinemada o kadar çok izlendi ki, kimse izleme ihtiyacı duymuyor, diyelim. O da tutmuyor, çünkü normalde sinemada çok izlenen filmlerin DVDsi de çok satılıyor. İnanmazsanız Mustafa Karaya sorun. Bu kadar uçurum olmuyor filmler arasında.
Açık konuşalım, ben sinemayı sinemada izlemeyi daha çok sevenlerdenim. Ama görünüşe göre, bir filmin asıl değeri, DVDsinden daha çok anlaşılıyor. Aradan daha bir yıl geçmeden kimse yüzüne bakmıyorsa, galiba o kadar da bir numarası olmadığı ortaya çıkıyor.
Sinemayı sinema yapan şey, aynı zamanda onu, sinema olmaktan çıkaran şey. Bilmece gibi bir cümle etsem de arada, siz anlarsınız beni. Filme sinema salonunda gitmek, onu hâlâ, kendinden önceki sanatlar gibi bir aura, bir özel atmosfer yaratmak anlamına geliyor aslında. Walter Benjamin rahmetli, sinemanın devrimci özünü burada buluyordu. Çoğaltabildiğin, artık biricik, tek olmaktan çıkarabildiğin için halkın kolay erişebildiği ve anlayabildiği, tartışabildiği, eline alıp yürüyebildiği sanat eserlerinin, bir farkı olmalı demişti. Ama ne oldu? O özel atmosferin sadece çoğaltmayla ilgili olmadığı ortaya çıktı. Yine söylüyorum, sinemayı sinemada sevmek başka şey. Ama kabul edelim, beraber sinemaya gitmeler, vizyonda olduğu sürede o filmi takip etmeler, sinemada aynı filmi ikinci kez izlemeler, bildiğiniz aurayı oluşturan, sinemaya gitmeyi doğallığından çıkarıp bir ayin haline getiren işler.
Nerden biliyorum? Kurtlar Vadisi Irakı sinemada izlerken benim dışımda herkes kravatsız takım elbise giymiş, yumurta topuklu ayakkabısını çekmişti, oradan biliyorum.
Bu hafta aura gibi bayağı entel bir başlık da atabilirdim. Ama burada DVDnin sinemaya üstünlüğünü değilse de, bir işe yaradığını yazdık madem. Mesaj yerine ulaşsın. f
Çağdaş Günerbüyük