13 Temmuz 2009 00:00
EKONOMİ VE POLİTİKA
Kriz esnasında devletlerin görevi, olağan dönemlerdekinden daha büyük olur. Zira, kapitalist sistemlerde kriz dönemlerinde özel sektör harcamalarındaki daralmanın devlet tarafından doldurulması, böylece ekonomiye canlılık getirilmesi gerekir.
Kriz esnasında devletlerin görevi, olağan dönemlerdekinden daha büyük olur. Zira, kapitalist sistemlerde kriz dönemlerinde özel sektör harcamalarındaki daralmanın devlet tarafından doldurulması, böylece ekonomiye canlılık getirilmesi gerekir. Nitekim, son krizde Batılı ekonomilerde devletler çok çeşitli önlemlerle kamu harcamalarını yükseltmiş ve milyarlarca doları ve avroyu piyasalara boca etmişlerdir. Bunun içindir ki, son küresel krizin yıkıcı etkisi, 1929 krizi sonrasındaki kadar derin olmamıştır. Buna rağmen, ABDde işsizlik yüzde 9.5 oranına dek yükselmiş, Avrupa ülkeleri de aynı şekilde işsizlikle boğuşur duruma gelmiştir.
Türkiyedeki duruma bakacak olursak, özelleştirmelerle ve Merkez Bankasının siyasetten uzaklaştırılmasıyla(!), devletin ekonomi üzerindeki etkisi en düşük düzeye indirgenmiştir. Kriz esnasında tek çare olarak başvurulan ÖTV indirimi yanında, talebin kısılması nedeniyle KDV gelirlerindeki daralma, zaten toplanamayan gelir ve kurumlar vergileriyle sağlanan yetersiz gelirle birleşince, vergi gelirlerinde yaşanan daralma da devletin elini kolunu bağlamaktadır. Başka bir deyişle, Batı ekonomilerinde krizle şahlanan devletlere karşın, Türkiye yüzde 13.8 gibi İkinci Paylaşım Savaşından beri en yüksek oranda küçülürken devlet kılını dahi kıpırdatamamaktadır. IMF ile zaman geçirmeye çalışan hükümet, İşsizlik Fonundan da medet umar konuma gelmiş durumdadır. Böyle bir çaresizliğin perdelenebilmesi için her gün yeni bir siyasi balonun patlatılması kaçınılmaz olmaktadır! Yüksek tahsilli gençlerin işsizlik sorunu ise Cumhurbaşkanının bir gence iş vaadi ile geçiştirilmeye çalışılmaktadır.
Kriz esnasında zayıf konumlu bir ekonomi üç yerden kuşatılabilir. Bunlardan birincisi; sıkışan nakit ihtiyacı nedeniyle faizin yüksek düzeyde oluşması, ikincisi; değersizleşen sermaye stoklarının ucuza el değiştirmesi, yani yabancılaşması, üçüncüsü ise zor durumdaki hükümetlerin siyasal baskı altına alınmasıdır. Şu anda Türkiye böylesi bir bulanık suda su üstünde durmaya çalışmaktadır. Küresel kriz, merkez ekonomilerin reel yatırımcılarına çevresel ekonomilerde ucuza işletme kapatma avantajı, spekülasyon parazitlerine çevresel ekonomilerden yüksek faiz kazancı sağlama avantajı, siyasilerine ise çevresel devletleri siyasal egemenlikleri altına alma avantajı sağlayarak, küresel varlıkların merkezde toplanmasına olanak sağlar. Başka bir deyişle, küresel kriz ve sonrasındaki operasyonlarla merkez ekonomiler, çevre ekonomilerden ciddi kaynak çekerek avantajlı çıkabilir. İşin ilginci, yüksek faiz pahasına likit fon sağlayarak rahatladığını düşünen, yabancı reel yatırımların gelmesi ile ekonominin canlandığını sanan ve siyasilerine verilen ödüllerle bölgede güçlü olduğuna inanan çevre ülke halkları da krizi mutlu atlattıkları hayaline kapılırlar!
Türkiyede siyasiler krizin hafif geçtiğini söylerken, fon yöneticisi sıfatıyla TV ekranlarına çıkan kişiler de ...bazı çevrelerin kızdığı IMF politikaları ile düzenlenen bankacılık sistemimizin, krizden Batılı bankalar gibi zarar görmediğini... ifade edebilmekteler. Bazen insan, bu denli cehaletin, ancak eğitimle olası olduğunu düşünmektedir. Evet, Türkiye yüzde 13.8 oranında küçülürken, bankacılık kesimi Batıdakiler kadar zarar görmedi; bu doğru! Ancak, bunun tek nedeni IMF düzenlemesi değildir. Bir defa, Türkiyede mortgage ve sigortacılık, ABD ve Avrupadaki kadar yaygın olmadığı gibi, varlığa dayalı kağıt ihracı Batıdaki kadar gelişmediğinden, asitli fon oluşmamıştır. İkincisi ise İMKB bankaların kâr dağıtımı yapmaması yolunda bir tebliğ yayınlayarak, özellikle yabancı kökenli ve/veya yabancılarla ortak bankaların kâr dağıtım yapmasını ve büyük tutarların yurtdışına çıkmasını önlemiş oldu.
Bir devlet, gençlerine eğitim yanında çevre düzenlemesi ve huzur verme görevini yadsıyıp, fevkalade yaygın bol ağaçlıklı eski yapı okul binalarını satıp, onun parası ile mahalle aralarında veya kenar köşede beton binalar içinde tedrisat yapmaya yönelirse, artık söz bitmiştir! Bu proje, eğitimin ve ülkenin satışı projesidir!
İZZETTİN ÖNDER