13 Temmuz 2009 00:00

BAYKUŞ

Adli tıp uygulamalarının enine boyuna tartışıldığı, gündemden düşmediği bir dönemde yazılarıma ara vermek zorunda kalmıştım. Aklıma takılan, tartışmalarda görüş belirttiğim pek çok başlığı gazetemde yazmak istedim...

Paylaş

Adli tıp uygulamalarının enine boyuna tartışıldığı, gündemden düşmediği bir dönemde yazılarıma ara vermek zorunda kalmıştım. Aklıma takılan, tartışmalarda görüş belirttiğim pek çok başlığı gazetemde yazmak istedim, ama Diyarbakır’dan Konya’ya, oradan kalkıp Samsun’a, İstanbul’da devam edip Trabzon’a yol alırken bir türlü fırsat bulamadım. Her gittiğim yerde biraz biriktirerek bir süre mola vermek üzere nihayet kendi şehrime döndüm. Bir baktım ki, geçtiğim yollarda buluştuğum meslektaşlarım da epeyce biriktirmişler. Birikenleri paylaşmanın zamanıdır diye düşünerek bir köşesinden başlayalım.
Adli tıp uzmanı olmayan hekimler, hakimler ve savcıların işkencenin etkin biçimde soruşturulması ve belgelenmesi (İstanbul Protokolü) konusunda bilgi düzeylerinin yükseltilmesi için sürdürülen eğitimlerde bir hayli yol aldık. Hakim ve savcı eğitimlerini Adalet Bakanlığı tamamladı ve yaklaşık 900 katılımcı ile buluştu. Hekimlerin eğitimlerinde ise hedeflenen 4000’in yarısına ulaştık ve yaklaşık 2000 meslektaşımızla çalıştık. Kasım sonuna kadar da, kalan 2000 meslektaşımızla buluşmayı hedefliyoruz. Hekimlerle sürdürdüğümüz çalışmalarda işkencenin etkin biçimde belgelenebilmesi için uluslararası bir kılavuz olan İstanbul Protokolü ilkelerinden yararlanırken, ulusal hukuk mevzuatında 2005 yılında yapılan değişikliklerin bilinmediğini ve pek çok yanlış uygulamanın var olduğunu gördük. Hekimlerin mevzuat değişikliklerinden haberdar olmaması eksiklik olmakla birlikte anlaşılır bir durum. Sağlık Bakanlığı bu konuda hekimleri bilgilendirmek amacıyla internette özel bir bölüm oluşturmuş olmakla birlikte, okuma alışkanlığımızla paralellik gösteren bir bilgi açığı ile karşılaştık her eğitimde. Bu açıkları kapattık ama bu kez meslektaşlarımız C. Savcılarının bir kısmının yeni düzenlemelerden haberdar olmadığını şaşkınlıkla fark ettiler.
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği Resmî Gazete’nin 1 Haziran 2005 tarihli sayısında yayınlanmıştı. Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık kuruluşlarında adlî tabiplik hizmetlerinin yürütülmesinde uyulacak esaslar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), bu Kanuna dayanarak çıkartılan bazı yönetmelikler ve son beş yıllık deneyimler doğrultusunda, yeniden düzenlenmiş olup; bu, 22.09.2005 tarihli ve B100TSH013003-13292 (2005/143) sayılı Genelge ile duyurulmuştu. Bu düzenlemeler özellikle adli raporların adli makamlara iletilmesine ilişkin önemli bir değişiklik ile raporun gizliliğini güvence altına almayı hedefliyordu. Yönetmelik çerçevesinde hazırlanan Genelgede raporun nasıl iletileceği açık biçimde belirtilmişti:
“3.3.4. b) Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği kapsamında, kolluk kuvvetlerince zor kullanılarak yakalanan veya yakalanıp gözaltına alınan kişilerin sağlık kontrolü amacıyla muayene ve rapor tanzimi istenmesi durumunda,
Yakalama veya nezarethaneye giriş durumu söz konusu ise, raporun bir nüshası sağlık kuruluşunda alıkonacak, ikinci nüshası gözaltına alınan kişiye, üçüncü nüshası ise soruşturma dosyasına eklenmek üzere ilgili kolluk görevlisine verilecektir.
Gözaltı süresinin uzatılması veya yer değişikliği ya da nezarethaneden çıkış söz konusu ise, raporun bir nüshası sağlık kuruluşunda saklanacak, iki nüshası ise raporu düzenleyen sağlık kuruluşunca kapalı ve mühürlü zarf içerisinde ilgili Cumhuriyet başsavcılığına en seri şekilde gönderilecektir. Bu raporların gönderilme şekli ve sıklığı sağlık kuruluşunun iş yükü, yerleşim biriminin büyüklüğü ve ulaşım imkânları dikkate alınarak şu vasıtalarla yapılabilir: Sağlık kuruluşunca görevlendirilecek bir personel, taahhütlü posta veya APS, imkânlar varsa Elektronik İmza Kanunu uygulaması esaslarına göre elektronik ortamda.”
Meslektaşlarımız mevzuata uyarak, raporların iletilmesi için gerekli düzenlemeleri yaptıklarında karşılarına hiç beklemedikleri bir tablo çıktı.
Cumhuriyet Savcıları raporları geri göndererek, bu raporları kabul etmeyeceklerini belirtmiş ve kolluk aracılığıyla gönderilmesini talep etmişti. Açıkça yasal düzenlemelere aykırı bir tutum söz konusuydu. Üstelik bu tutumu gösteren Savcıların bazılarının İstanbul gibi bir şehirde görevli olduğunu ve aynı adliyede görevli bazı meslektaşlarının İstanbul Protokolü eğitimlerine katıldığını öğrenmek daha da şaşırtıcıydı. Mevzuatı bilmemek C. Savcıları söz konusu olduğunda suç sayılmaz mı?
Son zamanlarda adli hekimlik uygulamalarının, Adli Tıp Kurumu’ndaki meslektaşlarımızın ve yardımcı sağlık çalışanlarının kıyasıya eleştirildiğini görüyoruz. Bu yazı uzun oldu, biliyorum ama bir örnek üzerinden açıklamak istiyorum. Güler Zere’nin sağlık durumu için rapor düzenlemiş olan Çukurova Ü. Adli Tıp Anabilim Dalı raporunu onaylatmak(!) üzere Adli Tıp Kurumu’na hastayı sevk eden C. Savcısı Kurumun iş yükünü artırmaktan, raporların gecikmesinden ve iş yükü altında ortaya çıkabilecek aksaklıklardan sorumlu olmayacak mı?
Son soru: Eğitim her sorunu çözer mi?
ŞEBNEM KORUR FİNCANCI
ÖNCEKİ HABER

Teoman Öztürk anıldı

SONRAKİ HABER

Kolunu kaybetsen de Çalışacaksın!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...