15 Temmuz 2009 00:00
GERÇEK
Meğer, Türk-İşle hükümet arasındaki kamu işçileriyle ilgili sözleşme, hepimizin gözleri önünde cereyan ettiği gibi, hükümetin Türk-İş yöneticilerini çağırıp pazarlık yapmasıyla bitmemiş.
Meğer, Türk-İşle hükümet arasındaki kamu işçileriyle ilgili sözleşme, hepimizin gözleri önünde cereyan ettiği gibi, hükümetin Türk-İş yöneticilerini çağırıp pazarlık yapmasıyla bitmemiş.
Türk-İşin Başkanı Mustafa Kumlu söylüyor bunu!
Peki nasıl olmuş!
Başbakan Erdoğan, Kumlu ve arkadaşlarını daha eylemden bir gün önce evine çağırmış; ama, eylem kararı olduğu için, eylemden sonra Başbakanın evinde bir görüşme yapılmış.
Ve Kumlu bu; kapı arkası anlaşmasını çok başarılı bir sözleşme bitirme yöntemi olarak açıkladıktan sonra; Basın bunları atladı. Biz aslında Başbakan ve hükümetle uzun uzun görüşerek işi bitirdik diyerek de övünüyor.
Başbakanla gizli kapalı görüşme, Başbakanın evine gitme bir sendikacı için övünülecek bir durum mudur?
Böyle Başbakanın evinde yapılan görüşmelerde işçiler lehine hasıl bir sonuç çıkabilir anlaşılır gibi değil. Ama Kumlu böyle görmüyor.
Eğer önceden anlaşıldıysa, o zaman neden eylem yapıldı? Burada bu sorunun yanıtı yok.
Peki şimdi olan nedir?
Burada eylem, bir aldatma, on binlerce işçiyle ve onların arkasındaki milyonlarca emekçiyle dalga geçmek değil midir?
Bu, muvazaalı eylem denilen ve bir sendikacı için suçlamaların en ağırı olacak bir eylem biçimi değil midir?
Ama sayın Kumlu, yaptıklarıyla övünüyor.
En büyük konfederasyonun başkanı için, bu kadar sendikal mücadele bilmezlik, sendikal mücadeleye bu kadar uzaklık olabilir mi?
Koskoca Türk-İşin Başkanı için mücadele, Başbakanın evinde görüşme midir?
Eğer buysa vay ki vay Türk-İşe, vay ki vay sendikal mücadeleye!
Yok böyle değil de artık bir ar damarı çatlamışlık durumu varsa yine vay ki vay Türk-İşe!
Evet Kumlu, sözleşmeden tam memnun olmasa da, yaptığı işle övünüyor. Ama Türk-İşin yaptığı toplusözleşme çerçeve anlaşmasına, İyi oldu, sınıfın lehine oldu. Türk-İşin imzaladığı bu çerçeve bizim işyerinde yapacağımız TİS mücadelesini kolaylaştırdı diyen kimse yok.
Kısacası, işçi ve sendikacıların pek çoğu (Evrenselin işyerlerinden yaptığı haberler ve gelen şikayetlerin gösterdiği gibi) sözleşmeyi; mücadelenin arkasına biriken güçleri dağıtan, bu nedenle de işkolu ve işyerlerinde süren görüşmeleri zora sokan bir çerçeve anlaşma olarak görüyorlar.
Sadece rakamlar değil şikayet edilen. Türk-İşin, çerçeve anlaşmasını yüzde şu kadar zamma indirgerken(*) öte yandan etrafında birikmeye başlayan emek güçlerini dağıtmasını da eleştiriyor işçiler.
Ve bu eleştiriler, daha da fazlası, haklıdır elbette. Ancak ne mücadele Türk-İş üst yönetiminin yaptığından ne de sendikal mücadele kamu işçilerinin mücadelesinden ibarettir. Eğer işçiler işyerinde süren sözleşme mücadelelerinde esnek çalışma ve öteki hak gasplarına karşı sağlam dururlar, işyerini mücadele alanı olarak birleştirebilirlerse, Türk-İş üst yönetiminin yarattığı tahribatı önemli ölçüde tamir edilebilirler.
Yine yerel platformlar; kamu emekçilerinin toplu görüşmelerinin kendi dışlarında olmadığı, sınıfın bir başka bölümünün hak mücadelesi ve kendi mücadelelerinin bir parçası olduğu bilinciyle davranırlarsa; tabanda sınıf kardeşliği fikri canlanabilir, yeni bir moral ve motivasyon oluşabilir.
Dahası; Özel İstihdam Büroları, İstihdam Paketiyle İşsizlik Fonunun yağmaya açılması, krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkan uygulamaların acımasızca sürdürülmesi, krizden çıkıyoruz müjdesi etrafında emekçilerin yükünü artıracak önlemlerin devreye sokulması gibi, işçilerin ve sendikaların rehavete sürüklenmesinin önemli kayıplara yol açacağı günlerden geçiyoruz. Ve ancak mücadele yükseltilirse bu saldırıları geri çevirmek olanaklıdır.
(*) Türk-İş üst yönetiminin, esnek çalışma dayatmasını, krizin yüküne karşı orta önlemler amaçlı talepleri ve idari maddeleri çerçevenin dışında tutması başlı başına bir handikaptır. Ve bu sendikaları birer birer hükümet karşısında güçsüz bırakmak anlamına gelmektedir.
İ. Sabri Durmaz