18 Temmuz 2009 00:00

MERCEK

“Merhum” Celal Bayar, ilerlemiş yaşına karşın, her fırsatta “Bu kış komünizm gelecek” korkuluğu sallamaktan vazgeçmedi.

Paylaş

“Merhum” Celal Bayar, ilerlemiş yaşına karşın, her fırsatta “Bu kış komünizm gelecek” korkuluğu sallamaktan vazgeçmedi. Döneminde, sermaye cephesinin demokrasi ve sosyalizm düşmanı politikalarının en kararlı savunucularının, denebilir ki başında gelirdi. Halk kitlelerinin ekonomik-demokratik taleplerinin bastırılması ya da böylesi taleplerin gündeme getirilmemesi için bu korkuluğa sığınıyorlardı. “Komünizm”in ne olduğuna dair doğruya az-çok yakın bir bilgileri olduğu kuşkuluydu. Ama bilim ve aklın yol göstericiliğinde, sermayenin sömürü ve baskılarına karşı, bu baskı ve sömürünün tümüyle ortadan kaldırılıp, tüm insanların hak eşitliği ve üretimden harcadıkları emekleri oranında ve giderek tüm ihtiyaçlarını karışlayacak şekilde yararlanacakları bir düzen; onların kişisel, “zümre”sel ve sınıfsal tahakküm olanaklarını sona erdireceğinden, kapitalist sömürünün ve sermaye devletinin nitelikleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan halk kitlelerini aldatmaya çalışıyorlardı.
“Komünizm” gelmediği gibi, dünya sermaye güçlerinin saldırı ve kuşatmaları altındaki sosyalizm, kurulduğu ülke(ler)de de tasfiye edildi. Dünya sermaye güçleri, tüm el emeği-alın teri sömürücüleri, tekelci burjuvazi ve kapitalizmin tüm asalakları, durumu büyük gürültülü kutlamalarla karşılamakla kalmadılar; “yeni” bir “refah ve mutluluk dünyası”nın kurulmakta olduğunu müjdelediler. Bu propagandanın gürültüyle devam ettiği, devam etmekle kalmayıp, kapitalist sömürü ve baskı altında yaşam olanakları ve umudu yıkıma uğratılan işçi sınıfı ve emekçi kitlelerini de önemli oranda etki altına aldığı koşullarda, sermaye sistemi son yüzyılın en büyük ikinci krizine saplandı. Burjuvazi panikledi. Güç ilişkilerinin yeniden şekilleneceği, dünyanın “eski dünya olmayacağı” ilan edildi. Her bir ülkenin devlet ve hükümetleri “ulusal”, hepsi birlikte “uluslararası önlemler” için seferber oldular.
Kriz, kapitalizmin “baş belası”ydı; emperyalist haydutlar ile iş birlikçileri, onu “şişirilmiş kağıtlar”la izah etseler de, kapitalizm var oldukça ortaya çıkması kaçınılmazdı. Ama kapitalizmin sömürüp ezdiği sınıf ve kitleler, durumu kendi sınıfsal kurtuluşları yönünde değiştirme gücü göstermediklerinde, aşılması da mümkündü. Burjuvazi, kriz gerekçeli “önlemler” kapsamında, işçi sınıfı ve halk kitlelerini daha fazla cendereye alan saldırılara girişti. İşsizlik, yoksulluk, açlık, sosyal-politik hak yoksunluğu arttı. Kapitalizmin bu karakteristik olguları kriz koşullarında daha da ağırlaştı. Ve, dünyanın hemen tüm kapitalist ülkelerinde bu saldırılara karşı, bunları püskürtecek düzeyde olmasa da mücadeleye girişildi. Burjuvazi için somut bir “Komünist tehdit” henüz güncel değildi, ama burjuvazi, emekçi hareketinin “sınırı aşma yoluna girmemesi için” askeri-politik önlemleri de ihmal etmedi. Yasal ve pratik hazırlıklara girişti.
Türkiye’nin bağımlılık koşulları, tüm bu gelişmelerin daha da yoğun şekilde yaşanmasına yol açtı. Sermaye saldırıları devam ediyor ve burjuvazi ve hükümet, saldırıların sınırlarını genişletmeye çalışıyor. Polis ve jandarma her an devrede. Krizden çıkış söylemine rağmen, işsizlik (mevsimlik işçi sayısındaki artışı düşüş etkeni olarak gösterme sahtekarlığı bir yana bırakılırsa, artış hâlâ devam ediyor) ve yoksullaşma artıyor, ücret ve maaşları düşük tutma ve sendikal-sosyal hakları budama politikası devam ediyor. Diğer yanda ise emekçilerin buna karşı, yer yer birleşme eğilimi de gösteren tepkileri var. Hemen her gün ve neredeyse ülkenin her tarafında hak eylemleri, saldırıları, protestolar oluyor.
Mevsim “yaz”, havalar uyuşturucu etki bırakıyor. Bayar gibilerinin “komünizm” ile kış mevsimi arasındaki ilişkiyi, ekimin ‘kuzey komşumuz’da soğuk geçmesi ya da yazın bizde uyuşturucu etkide bulunması üzerinden mi kurduğunu bilemeyiz. İşçi-emekçi hareketinin sermaye ve kurumlarına karşı bir sınıf hareketi olarak şekillenmesi ve gelişmesi için, ileri işçi kitlesiyle sınıf partisinin kararlı ve kesintisiz çalışmasına gereksinim olduğunu ise sınıf mücadeleleri tarihi gösteriyor. Sınıf mücadelesi kesinti kabul etmez. İşçi-emekçi hareketinin temel ve acil taleplerinin savunusu temelinde birleşik bir mücadele hattına çekilmesi, devrimci siyasal teşhir ve örgütleme faaliyetinin yoğunlaştırılmasını, bunun araçlarının güçlendirilip daha etkili kılınmasını gerektiriyor. Bunun kendiliğinden olmayacağı ise oldukça açıktır.
A. Cihan Soylu
ÖNCEKİ HABER

Aytaç Durak, belediye kasasından para aktarma

SONRAKİ HABER

Kentsel dönüşüme karşı meşaleli yürüyüş

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa