22 Şubat 2009 00:00

Silopi'den İstanbul'a 6'dan 5'e

eee.. eee.. ee…e Çocuklar annelerinden ilk bu sesi duyarlar. Anadolu’da anneler, kucaklarına, beşiklerine ya da ayaklarına koydukları yastık üzerine yatırdıkları bebeklerini böyle uyutur. eee.. eee.. ee…e Çocuklar annelerinden ilk bu sesi duyarlar. Anadolu’da anneler, kucaklarına, beşiklerine ya da ayaklarına koydukları yastık üzerine yatırdıkları bebeklerini böyle uyutur.

Paylaş

NEBAT BUKREK - Eğitim Sen İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı
eee.. eee.. ee…e
Çocuklar annelerinden ilk bu sesi duyarlar. Anadolu’da anneler, kucaklarına, beşiklerine ya da ayaklarına koydukları yastık üzerine yatırdıkları bebeklerini böyle uyutur.
2005 yılına kadar ilköğretimde okuma yazma programı, “tümden gelim” yöntemine göre uygulanmaktaydı. Bu yöntemde cümleden kelimeye, kelimeden heceye, heceden sese doğru giden bir okuma öğretme süreci söz konusuydu. 2005’ten sonra ise uygulamaya konulan “ses temelli cümle” yönteminde tümden gelimden farklı olarak sesten heceye, heceden kelimeye, kelimeden cümleye cümleden metne doğru giden bir okuma öğretim süreci söz konusudur. İlk öğretilen ses ise, e sesidir.
e önemlidir; e ananın çocuğuna ilk seslenişidir; yani anadilin yaşamdaki ilk karşılığıdır. Sonra diğer sesler gelmektedir. L, a gibi…
Yusuf’un hikayesi
Yusuf anadiliyle eğitim yapamadığı için anlaşılamayan, kaynaştırma tanısı alınması için rehberliğe gönderilen binlerce çocuktan biri. Yusuf’la tanışmamız bir işyeri gezisinde rehberlik servisinde oldu. Rehber öğretmen arkadaşlarla sohbet ederken aniden kapı açıldı. İçeriye 11-12 yaşlarında karayağız bir erkek çocuğu girdi. Adeta suda çırpınırcasına eliyle, koluyla, bütün vücuduyla, mimikleriyle, anlaşılmaz bir şekilde bir şeyler söyledi. Söylediklerinden sadece bir cümle anlayabildim; “Ben geçtim.”
Rehber öğretmen, çocuğu gönderdikten sonra bana döndü, “Bu çocuk eylül ayında Silopi’den nakil geldi 5. sınıfa. Haftada bir iki gün gelip bana ‘geçtim’ diyor. Babasını çağırdım Türkçe bilmediği için çok anlaşamadık” dedi. Bir süre Yusuf’u konuştuk rehber öğretmenle. Birkaç gün sonra beni arayarak Yusuf’un geldiği okulla ilişkiye geçtiklerini, onun aslında 6. sınıfa geçmiş olduğunu, Türkçe bilmediği için kendini anlatamadığını, bu nedenle aylarca 5. sınıfta okumak zorunda kaldığını anlattı.
Anadil çocuğun başta ailesi olmak üzere, çevresi ve ulusundan bilinçli bir öğrenim süreci olmadan edindiği dildir. Okula başladığında anadili dışında farklı bir dile dayalı eğitim görmesi, onun gelişimini alt-üst ederek bocalamasına, çevreye küsmesine, kendini önemsemeyip kendinden kaçmasına neden olabilir. Dolayısıyla başarısızlık kaçınılmazdır.
Neden anadilde eğitim?
Çocuk okula başlayıncaya kadar temel dil yeteneklerini kazanmış olmaktadır. Ve düşünce sistemi ile zihinsel yetenekleri edindiği dil çerçevesinde işlemektedir. Dünya ile kurduğu tüm bağlantıyı dile dayalı olarak gerçekleştirir. Okula başladığında farklı bir dile dayalı eğitim görmesi, onun o güne kadar oluşturduğu düşünce sistemini altüst etmekle kalmayacak, aynı zamanda kimlik bozulması, güvensizlik duygusu, sosyalleşmede eksiklik, uyumsuz davranışlar gösterme hatta çevreye küsme gibi sonuçlara sebep olabilecektir. Bu durumda çocuk ne toplumun bir parçası ne de kendisi olabilen, kültürel değerlerine ve toplumsal yaşama yabancılaşmış bir birey haline dönüşebilmektedir.
Tüm bunların yanı sıra, yeni öğrenmeler dile dayalı oluştuğu için ve zihinsel sistemler edinilmiş dil sisteminin kontrolünde olduğu için, yabancı bir dilde öğretilen bilgileri edinmekte zorlanacak ve başarısız olacaktır.
Yusuf gibi aslında çok zeki olan bir çocuğun çevresince anlaşılamaması ve hatta kaynaştırma eğitimine yönlendirilmesi buna iyi bir örnektir. Yusuf öğrenme güçlüğü gösteren ya da zihinsel yetersizlikten etkilenmiş bir çocuk değildir, sadece farklı bir dilde eğitim almak zorunda olduğu için zorluk yaşayan, anadilini kullanamadığı için mağdur olan bir çocuktur. Belirli bir yaşa kadar kullandığı ana dilden farklı bir dille eğitim yaşamına başlayan çocuklar, yaşamın her alanında çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalırlar. Sürekli çatışma ortamında dışlanmakta, aşağılanmakta, geriye itilmekte, sürekli olarak duygularını ifade etmekte zorlanacakları kaygısı yaşarlar. Bunun için anadilde eğitim, demokratik bir hak olmanın yanı sıra, mutlu, kendisi ve toplumla barışık bireyler yetişmesinde de önemlidir.

Çocukluklarını geri verelim lütfen
Av. CANAN ATABAY(Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Danışma ve Uygulama Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi)
Diyarbakır’da 2003 yılından bu yana çocuk hakları savunuculuğu yapıyorum. Bu alana gönül vermeme neden olan unutamayacağım bir olay vardır. Şehrin varoşları sayılacak bir mahalleden geçiyordum. Çöpte havuç yiyen ineklere taş atarak kovalayan ve ineğin yediği havucu yerden alarak yiyen bir kız çocuğu gördüm. Bulunduğum yere oturdum ve gözlerim dolu dolu kız çocuğunu izlemeye başladım. O kız çocuğu Diyarbakır’a göçle gelen, şehrin varoşlarında yaşayan ve sokakta mendil satan bir çocuktu. Türkiye’nin hangi şehrinde ineğin çöpte yediği havucu yiyen bir çocuk olabilirdi. Yaşadığım şehirlerde böyle bir şeye tanıklık etmemiştim, ama Diyarbakır’da böyle bir tabloyla karşılaşmak beni derinden etkilemişti.
2003 yılında sokakta çalışan çocuklar, suç mağduru olan, ihmal ve istismar mağduru çocuklar için başladığım mücadelede bugün 20 Ekim 2008’de ve öncesinde Diyarbakır’da meydana gelen olaylarda taş attıkları için yargılanan çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışmak, nerden nereye diye düşünmeme sebep oldu aslında. Bir yanda suç mağduru çocuklar, bir yanda taş atmaları nedeniyle örgüt üyesi sayıldıkları için mağdur edilen çocuklar.
‘Bize yalan söylemeyin’
Yaklaşık dört aydır 20 Ekim’de Diyarbakır’da meydana gelen olaylarda yargılanan çocukların gönüllü avukatlığını yapıyorum. Hukukçu olarak hukuki mücadelenin gerekliliğine inandığımız için, ben ve diğer meslektaşlarım elimizden geleni yapıyoruz. Hukuki mücadelenin yanında tutuklu yargılanan çocuklarla cezaevinde görüşmeler de yapıyoruz. Onları hayattan koparmamak, biraz rahatlatmak adına da olsa onları ziyaret ediyoruz. Bu ziyaretlerimden birinde görüştüğüm çocuklardan biri benimle çocuk olmadığı, yetişkin olduğu yönünde pazarlık bile yapıyor. Ben ona “Sen çocuksun daha, bu zor şartlar altında da olsa çocukluğunu yaşa, çocuk kal” diyorum. O da bana “Çocuk demesek, genç desek, delikanlı desek, bak örgüt üyesiyiz. Ben burada daha çok kalacağım, bize yalan söylemeyin, siz bize gerçekleri söylemeseniz de bizi bırakmayacaklar, ben bunun farkındayım. Tek isteğim var okumak, avukat olmak” diyor. Ne diyeceğimi şaşırıyorum ve “Bırakacaklar, sen okuyup avukat olacaksın, yanımda da staj yapacaksın” diyebiliyorum sadece.
Evet, biz onları yetişkin saydık ve çocuk olmalarını göz ardı ederek “örgüt üyesi” damgasını vurduk. Onlar da bizim dediğimize inanmaya başladılar. Kendilerini çocuk kabul etmiyorlar artık.
Dünyanın her yerinde çocuk çocuktur
Çocuklarımız kendilerini bizim gibi yetişkin kabul etse de bazı çocuklara örgüt üyeliğinden yargılanmak, tutuklanmak şaka gibi geliyor ve duruşmalarda “bu şakaya son verin” diyorlar. Bazıları “Ben fen lisesinde okuyorum, bir dönemim gitti zaten, ama okula devam edemezsem beni okuldan atacaklar, beni tahliye edin” diyor. Bazen onlar konuşuyor duruşmalarda, biz dinliyoruz. Bazen gözlerimiz doluyor, ama savunuculuk görevimiz ağlayamıyoruz. Ağlamaklı titreyen sesimizle savunmalar yapıyoruz, duygu yüklü duruşmalarda bulunuyoruz. Çocuklarımız için sessiz ağlıyoruz. Ama nafile! Çocuk olmak serbest bırakılmak için yeterli değil. Ne de olsa taş atmışlar, taş atarak örgüt adına eylem yapmışlar, bu nedenle de ağır bir suç işlemişler! Onları ağır suçlarla itham ederken çocuk olduklarını unutuyoruz. Ama dünyanın neresinde olursa olsun çocuk, çocuktur. Bir yanda Filistin’de öldürülen çocuklar; tek suçları Filistinli olmak, belki de İsrail’in onları da HAMAS üyesi olarak kabul etmesi. Filistin’de mağdur edilen, suçları olmadığı halde öldürülen, yaralanan çocuklar için elimizden geleni yapıyoruz. Yardım kampanyaları düzenliyoruz. Çocuklar için çaba göstermek, onları hayata katmak, geleceklerine dair bir şeyler yapabilmek gerçekten çok güzel. Filistin’deki çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışırken bizim çocuklarımız için neden bir şeyler yapmıyoruz? Neden çocuklarımızın geleceklerini yok ediyoruz? Diyarbakır’da 23 yıl hapis istemiyle yargılanan çocuklar şu an 13, 14, 15, 16, 17 yaşlarında. Ceza verilmesi durumunda bu çocuklar 30’lu 40’lı yaşlarda, psikolojileri bozulmuş, gelecek umutları olmayan birer yetişkin olarak özgürlüklerine kavuşacaklar. Tabii buna özgürlük denirse!
Değişik illerde örgüt üyesi olmak suçlamasıyla yargılanan çocuklarımıza, içlerindeki çocuk ölmeden, çocukluklarını geri verelim lütfen.

‘Ana’ dili
Av. DEVRİM AVCI
İki yaşında bir kız çocuğu annesi olarak, çocukların en zor zamanlarının bu yaşlar olduğuna kanaat getirmiş bulunmaktayım! Hele de, bu dönemin bilimsel adının “inatlaşma dönemi” olduğunu öğrendiğimden beri (Çocukları büyük olan annelerin “hiç de değil” itirazlarını duyar gibiyim).
Yemek ye, “yemiycem”; gel, “gelmiycem”, uyu, “uyumuycam” şeklinde devam eden diyaloglarımız… Akşam eve döndüğümde, “sadece benimle ilgilen, başka hiçbir şeye bakma” tarzı oyunlarımız…
Dili kullanma becerisi önce anlama ile başlar. Çocuk, ailesinde, etrafında konuşulan dili anlar önce. Anladığı dili artık konuşuyor olması da ayrı bir mutluluktur onun için. Kızım da artık, ne düşündüğünü, ne istediğini anladığı dilde konuşarak ifade ediyor. Önceleri yarım yamalak sadece benim anlayabildiğim sesler, giderek “Aaa bak bak ne dedi”, “Kedi mi dedin sen…” sorularıyla da olsa herkes tarafından anlaşılıyor.
Geçenlerde, bakalım ne yapacak diye İngilizce konuştum onunla. Önce bi yüzüme baktı uzun uzun. Sonra “Ne?” diye sordu. Ben tekrar anlamadığı dilde bir şeyler söyleyince, bozuldu. Suratı değişti. “Ben üzgünüm” diyerek huzursuzluğunu ifade etti. Düşündüm ben de. Düşündüm ki, eğer çocuğum okula başladığında ona konuştuğu, daha anne karnındayken anladığı dilini unutması söylense? Düşündüm yedi yaşına kadar öğrendiği her şeyi yeniden başka bir dilde öğreneceksin denilse?
Düşündüm kendisini anlatamamanın verdiği huzursuzluğu nasıl ifade edeceğini dahi bilemese? Hangi anne ister ki çocuğunun bunları yaşamasını?
Sorumun cevabına dünyanın her yerindeki annelerin aynı yanıtı verdiğini duyar gibiyim.
ÖNCEKİ HABER

Dünya tarihi ve fotoğraf

SONRAKİ HABER

Güldünyalar ölmesin!
AMA NASIL?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa