19 Temmuz 2009 00:00

MİNERVANIN BAYKUŞU

Jack London, ABD’de dok işçilerinin neler yaşadıklarını, nasıl hissettiklerini anlamak için aralarına katılmaya karar vermiş.

Paylaş

Jack London, ABD’de dok işçilerinin neler yaşadıklarını, nasıl hissettiklerini anlamak için aralarına katılmaya karar vermiş. Ama dok işçisi olmaya giderken, zor zamanlarda yardımına koşsun diye, kıvırdığı gömlek kollarının arasına 1 altın lira saklamış. Sonra da o parayı unutabileceğini düşünmüş. Ama sabahın köründen akşamın karanlığına kadar didinip duran, doklarda üç kuruşa iş bulabilmek için bekleyen işsiz kitlelerin, yerlerini kapacağı endişesiyle yaşayan işçiler arasındayken, kol kıvrımlarının arasındaki o 1 lira hep aklının bir kenarında kalmış, para kendini hep hatırlatmış. Jack London, dok işçilerini gerçekten anlayabilmiş mi bilmiyoruz ama o bir liranın, kendisini ayrıcalıklı hissetmesini sağladığını, dok işçilerinin dünyasının dışında tuttuğunu tahmin edebiliriz.
Tesettür kıyafetleri giyerek dolaşmaya çıkan Ayşe Arman’ın da, kırk yaşında bile taş gibi olduğunu kanıtlamak için çektirdiği fotoğrafları çekmecesinde dururken, kolunda 1 lira gizli Jack London gibi, kendisini öteki mahalleden hissetmesinin kolay olmadığını anlamak zor değil. Tesettür kıyafetinin içinde, kendisi olmaktan çıkamayacağı için öteki mahalleye dahil olamaz. Türbanlı, haşemalı deneyimini anlattığı yazı dizisinde, kendisiyle dalga geçişinin, kılığına girdiği insanlara yönelik istihza taşıması da bundan.
Ama kanımca, Ayşe Arman’ın tesettür içinde ne hissettiğinden ziyade, eylemiyle yol açtığı tartışmalar önemli. Ki bu tartışmalar, zaten bir süredir devam ediyor. Şerif Mardin’in (ki Ayşe Arman’ın kocasının akrabası olur) deyimiyle; “mahalle”nin bir kesimi tesettürlülerin dışlanmasından, bir başka kesimi ise muhafazakarlaşmanın bir mahalle baskısı yaratarak yaygınlaşmasından yakınıyor. Fakat muhafazakarlaşmada, tesettürlü komşuların bu kadar güçlenmesinde bu durumdan endişeli görünen ana akım medyanın oynadığı rol pek tartışılmadı. Kadınları, Ayşe Arman’ın da fark ettiği gibi görünmezleştiren, silikleştiren tesettürün görünür hale gelmesinde, mahalleyi didikleyip duran medya mensuplarının payı az değil.
Medya, tesettürü popüler kültür havuzunda dans etmeye çağırarak oynuyor rolünü. Türbanlılara modernlik dersleri vererek, şıklıklarını ya da rüküşlüklerini puanlayarak, mahalledeki “görgüsüz komşu”ya moda fikri aşılayarak ya da “Nasıl yaşıyorsunuz hadi bize anlatın” diyerek, olmadı merak ettikleri yaşamı Arman gibi test ederek... Umuluyor ki tesettür, popüler kültür havuzunda ufak tefek müdahalelere açık hale gelirse halesi dağılabilir veya kendi aksine dönüşebilir. Tesettürlü Ayşe Arman’ın Reina kapısından geri çevrilmesinin türbanlılara yönelik ayrımcılık söylemine eklemlenmesi de böyle bir şey. Türbanlı kadının Reina’yla zaten bir işi olmayacağı konuşulmuyor bile. Tesettürün dahil olmak istediği yer orası değil kamusal alan deseniz, bön bön bakıp “İşte Reina, o da kamusal alan değil mi?” diyecekler. Ve türbanlı biri hakikaten Reina’ya gitse çok sevinecekler.
Kim takar türbanın sadece bir bez parçası olmadığını... Ona sadece bir bez parçası muamelesi yapılarak empati kurmanın mümkün olamayacağını.
Türbanlı bir kadının Reina’ya gidebileceği ve oradan kovulabileceği hayalini kurmak güzel bir şey olmalı. Popüler kültür biraz da hayal pompalamaz mı zaten?.. Arman’ın kolundaki 1 lira o dünyadan kazanılmadı mı?..
Ama türbanı popüler kültür evrenine çekebildiğiniz zaman o bir bez parçasına indirgenebilecektir. Her şeyin birbirine benzediği, köşelerin yuvarlaklaştığı, farkların önemsizleştiği öyle bir evrende o bez parçasının simgelediği siyaset, inanç ve yaşam tarzı önemsizleşebilir; istihzayla yıkılabilir.
Mahallenin tesettürlü sakinlerinin de buna bir itirazı yok belki de. Birkaç yıl önce Manken Tuğba Özay da tesettür kıyafetleri satan Tekbir Giyim firmasının defilesinde mankenlik yapmış, defile bittiğinde mini eteğini giyip olay yerinden ayrılmıştı. Tuğba Özay’ın o defiledeki varlığı, hatta defilenin kendisi mahallenin iki kesimi arasında bir geçiş bulunduğunu, türbanın takılıp çıkarılabilen bir şey olabileceğini hissettirmiş; hatta vaat etmişti. Popüler kültürün tesettürü güle oynaya kendine dahil ettiği ama tesettürün de seve seve bu alanı keşfe çıktığı tarih, o defiledir. Milattır bir bakıma.
Tabii popüler kültür havuzunda bir araya konan şeyler sadece birbirini yumuşatmaz, orada keskinleştiren bir kavga da vardır; bazen o şeylerden her biri cürümünden fazla yer yakmaya da cüret edebilir; yayılır, büyür, meşrulaşır. Mahallenin tesettürlü sakinleri de popüler kültürün açtığı bu gediği oya oya kalkındı. Popüler havuzdaki oyun gitgide onların da hoşuna gitmişti. Çünkü orada kendilerini mahallenin merkezine dahil olmuş hissettiler. Böylece laik ve merkez medyanın popüler kültür yemi, beklenen avı yakalamış oldu ama tesettür de bundan yararlandı. İki dünyanın birleşebileceği nokta türbanın beze indirgendiği noktaydı, bu iki tarafın da işine yaradı.
Tam bu noktada, iddialarını koluna 1 altın lira niyetine saklayarak, kendisine kucak açan popüler kültür havuzunda dolaşmaya çıkan, tesettürün kendisi oldu. Belki, kimse bakmazken kendisiyle ve mahallenin gerisiyle dalga bile geçti.
NURAY SANCAR
ÖNCEKİ HABER

CAZGIRLIĞI

SONRAKİ HABER

Tolstoy’un ölümsüz vasiyeti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...