25 Temmuz 2009 00:00
YENİGÜN
Başbakan Erdoğan bir kez daha adını koymaktan kaçınarak sorunu tarif etti.Oysa Kürt sorunu diyerek başlasa, daha inandırıcı olacaktı!
Başbakan Erdoğan bir kez daha adını koymaktan kaçınarak sorunu tarif etti.
Oysa Kürt sorunu diyerek başlasa, daha inandırıcı olacaktı!
Kürt halkının varlığını sindiremeyenler, böyle davranmayı bir beceri sanıyorlar.
Adına ne derseniz deyin diyorlar. Kürtlerin adını, inkâr ederek yarattıkları sorunu anmak onlara zor geliyor.
Sorunu adını koymak, tarifini yapmakta bile zorlanıyorlar.
Oysa her kes sorunun adını biliyor. Sorunun adı Kürt sorunudur.
Tüm dünya böyle konuşuyor. Türkiyede de böyle tarif edilerek konuşuluyor;
Kahvede, sokakta, otobüste, çarşıda, okulda... Her yerde Kürt sorunu diye konuşuluyor.
Peki, ülkenin başbakanı neden sorunun adını açık ve net olarak koymuyor.
Başbakan kimden korkuyor? Neden çekiniyor, neyi hazmedemiyor?
Ya da hangi kaygılardan dolayı açık ve net bir tarif yapmaktan kaçınıyor.
Evirmeye çevirmeye gerek yok. Zira herkes her şeyi biliyor.
Karşı karşıya bulunduğumuz sorun ne Kart kurt meselesi, ne Dağ Türklerinin sorunu, ne de dış güçlerin uydurmasıdır.
Başbakan adını koyarak konuşursa, bu herkesi rahatlatan bir başlangıç olur.
Sorunun adını, nedenlerini, muhataplarını tarif etmeden, çözüm için söylenenlerin hiç birinin kıymeti yoktur. Zira sorunun adını tam olarak koymak, çözümü konusunda atılacak adımları da kolaylaştıracaktır.
Öncelikle açık ve net olarak, sorunun adını koymak gerek.
Sorunun adı Kürt sorunudur: Cumhuriyet tarihi boyunca devem eden bir sorun...
Benim devletim cinayet işlemez, bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz gibi veciz sözlerin sahibi olan Demirelin bile 1984te sonra başlayan silahlı direnişi, 29. İsyan diye tarif ettiği, sorunla ilgili konuşuluyorsa, sorunun adına tam olarak zikretmek gerekir.
Türkiye halklarını yıllardır meşgul eden, halkın büyük bedeller ödemesine neden olan böylesi bir sorun karşısında ağız ucuyla, adına ne derseniz, deyin diyerek tarif yapmak ve çözüm yolu arıyormuş numaralarına yatmak yutulacak bir durum değil.
Üstelik Kürt çözümü laflarının bu kadar çok edildiği, Türkiye halklarının akan kanın durmasını sağlayacak bir girişimi gözlediği, bir adım beklediği böylesi bir zamanda çıkıp böyle konuşmak, dahası sorunun tarifi için biraz daha ilerden tarif yatan kendi milletvekillerini tehdit etmek olacak iş değil.
Başbakan, 2005 yılında Diyarbakırdaki konuşmasında da adına ne derseniz deyin türü bir tarif yapmıştı.
Arkasından yaşananları biliyoruz. Şiddeti, kanı, provokasyonları, operasyonları, sınır ötesi keşifler ve arkasından gelen ve günlerce süren ve fiyaskoyla sonuçlanan Kandil çıkartmalarını hep birlikte yaşadık, birlikte gördük.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıtın emekli olduktan sonra itiraf ettiği, TSKnın tümünü de gönderseniz başarılı olamazsınız operasyonları akıllardadır.
Diyarbakır konuşmasından sonra, akan kan durmadı. Kadın ve çocukta olsa güvenlik kuvvetlerimiz gereğini yapacaktır açıklamasının nasıl emir telakki edildiğini de birlikte gördük.
25 yıldan bu yana silahlı çatışmayla devam eden ve 40 bin dolayında insanın hayatına mal olan, 4 bin koyun boşaltılmasına, 17 bin faili meçhul tabir edilen, devlet kaynaklı olduğu bu gün daha bariz olarak açığa çıkan cinayetlerin işlendiği, on binlerce insanın cezaevlerine doldurulduğu, on binlerin işkenceden geçirildiği, cezaya çarptırıldığı, toplumsal dokuyu, doğayı, insan ilişkilerini, diller ve kültürler arasındaki sevgi ve saygı bağını tahrip eden bir sorundan söz ediyoruz.
Bu Adına ne derseniz deyin diyerek atlanacak bir sorun değil.
Devletin halkımızın sırtından büyük kaynaklar yatırdığı, 400 milyar dolar civarında mali kaynağın aktarıldığı bir sorundan bahsediyoruz.
Türkiyeyi başta ABD ve İsrail olmak üzere, AB ve diğer emperyalistleri kötü bir işbirlikçi haline getiren, işsizliği, açlığı, sefaleti, kan ve şiddeti toplumsal bir hastalık düzeyine sürükleyen bir sorundan söz ediyoruz.
Yapılması gereken önce sorunun adını açık ve net olarak koymaktır.
ENDER İMREK