25 Temmuz 2009 00:00
Beyoğlundaki, Mardindeki, Elazığdaki şiddet münferit mi, patolojik mi, yapısal mı, aynı türden mi?
Önce Mardin, şimdi Elazığda katliam. Önceki gün Beyoğlunda cinayet. Her gün onlarca kişinin öldüğü-yaralandığı trafik kazaları
Yaygın olarak şiddet bireysel ve yapısal olarak ikiye ayrılıyor. Ancak genelde bireysel olan gündeme geliyor da yapısalından kimse söz etmiyor. Sık sık kişiye, kişinin kişiliğine ve mala yönelik saldırılardan söz ediliyor. Sık sık iki aile veya bazı yerel unsurlar arasındaki anlaşmazlıklardan söz ediliyor.
Neredeyse her yaşadığımız katliam ve facia sonrası Münferit olaylardan dolayı ülkeyi karalamayalım, Olay münferit, koruculuğu sorgulamayalım mealinde açıklamalar yapılıyor. Böylece kurumsal ve yapısal sorumluluklardan kaçınılıyor. Hatta yön değiştiriliyor: Eğitim şart.
Eğer olay münferit ise, kamusal ve kurumsal bir sorumluluk da getirmeyecektir. Hükümet, iş-ticaret dünyası, adalet sistemi, güvenlik güçleri, üniversiteler vb. de üstüne düşen sorumluluktan kurtulacaktır.
Öncelikle Mardinde, Elazığda, hatta Beyoğlunda vuku bulan şiddetin bireysel mi, münferit mi, yapısal mı olduğu üzerinde iyi durulması gerekiyor.
Ayrıca, hangi tür ve biçimde olursa olsun şiddetin; şartları, nedenleri, aktörleri, araçları, aracıları, kolaylaştırıcıları, provokatörleri, tetikçileri, mağdurları ve karşı-stratejiler, çözüm yolları üzerine ciddi analizlere gereksinim bulunuyor.
Bourdieu, ahlaki görünümün ahlaksızlığına dikkat çekiyordu. Neredeyse tüm işgal güçlerinin barış ve demokrasi güçleri olması gibi. Anadolu deyimiyle Minareyi çalan kılıfını hazırlar. Bizim görevimiz ise, bu kılıfların, bu örtülerin açılması olmalı.
Özgül olarak Güneydoğuda;
* Bölgedeki aşiret yapısı, bununla tümleşik haldeki toprak mülkiyeti ve toprağa (özel ve hazine), nüfusa, kadına ve diğer değerlere el koyma;
* Bu yarı-feodal yapıya dayalı düzen ve güvenlik anlayışı ile kontrol biçimleri (Aşiret ileri gelenleri ile kamusal oyuncuların, jandarma, hakim vb.nin iç içeliği);
* Özetle yarı-feodalite ve bununla tümleşik yaşam ve adalet biçimi (kanun, töre, örf, gelenekler )
Toplam yapılanmanın ve şiddet potansiyelinin zeminini (altyapısını) oluşturmaktadır.
Daha global düzeyde haksız, adaletsiz, vahşi bir kapitalizm, işgal ve eşitsizlikler; zora dayalı el koyma biçimleri şiddetin ana kaynaklarını oluşturuyor.
Bir ülke bir diğerini petrolü, suyu, madeni için işgal edebilir; milyonlarca kişinin ölümüne yol açabilir mi? Birini çıkarınız için vurabilir misiniz?
Bir ülkenin veya aşiretin yönetsel kontrolünün elde edilecek/kontrol edilecek veya kaybedilecek nemalarla birleşmesi durumu, aksi yönde aralarında bir uzlaşma sağlayamazlarsa, en hazin düşmanlıkları ve çatışmaları hazırlıyor.
Mardindeki olayda, mevcut haberlere yansıdığı kadarıyla; toprak-mülkiyet, petrol kaçakçılığı, kadın (evlilik) konuları somut anlaşmazlık noktalarını oluşturuyor.
Beyoğlunda 1 lira için adam vurulup vurulamayacağını, çevredekilerin neden müdahil olmadıklarını tartışıyoruz da bu kişilerin 1 lira için neden adam öldürecek duruma geldiklerini tartışmıyoruz.
Bir yandan salt dışkı kültürünü ödüllendiren, diğer yandan sürekli tüketimi körükleyen, kaynaklarını da adil paylaşmayan bir yapıda bireyseli de, kurumsalı da her tür şiddet yaygınlaşıyor.
Elazığdaki de bir yandan kimse bizi sevmiyor misali yalnızlaşma (yabancılaşma), diğer yandan artan beklenti ve nema çatışmalarının bir sonucu olabilir.
Arkasında çeşitli rant biçimleri olmakla birlikte, bunun somutlaştığı nokta Aşiretin üst yönetiminin kimde (hangi ailede) olacağı ve diğerleri ile nasıl bir denge tutturacağı çok önemli bir eşiği oluşturuyor. Sonuçta Aşiretin kontrolü, adamların ve toprağın kontrolü anlamına geliyor. Böyle bir durumda, mevcut aşiret yapılanması güç mücadelelerini de içeriyor.
Merkezi yönetimlerce bölgenin kontrolü için de aşiretlerden ve aşiret benzeri yapılanmalardan medet umulur duruma gelinmiş bulunuyor.
Bölgenin içsel özellikleri ve merkezi yönetimlerin beklentileri, çoğu kez koşut gözüküyor ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Şiddeti düzen karşıtı görüp, daha ağır bir şiddet ile bastırma eğilimi; karşıt olarak daha büyük bir şiddet potansiyelini oluşturuyor.
Gerek mülkiyet, gerekse evlilik/kız konularında sonuçta mevcut dini gelenekler şiddeti azaltıcı bir rol oynamıyor. Doğru veya yanlış, en azından dinin şiddeti desteklemediği yönündeki açıklamaların önemini ihmal etmesek de; sonuçta din çeşitli ahlak normları koyduğu için bunları kontrol edici yaptırımları da zorunlu kılıyor yani diğer yaşama biçimleri ve hukukla zaman zaman çelişen öğeler içeriyor. Töre/namus/zina vb. gerekçelerle uygulanan şiddet, katletme ve katliamlarda bu tür değerlerin etkisini iyi analiz etmek gerekiyor.
Mardinin dindar köylerinde, Elazığın geleneksel köylerinde, en modern İstiklal Caddesinde insanlar birbirini boğazlar duruma geliyor. Bunun nedenlerini ve çözümlerini, dinden daha çok başka yerlerde aramak gerekiyor.
Öldürme/şiddet vakaları ile örtüşük şekilde aşiret, töre, kahramanlık vb. öğeleri içeren yayınlar ve doğrudan nefret, düşmanlık, şiddet içeren her tür yayın; sonuçta belirli bir dolayım veya tetikleyicilik rolü içeriyor. Aynı zamanda şiddeti normalleştirerek çözümü de zorlaştırıyor.
Liselilerle yaptığımız bir çalışmada Şiddet görenler Kurtlar Vadisini daha çok izliyordu ve Kurtlar Vadisini daha çok izleyenler daha fazla şiddet yatkınlığı taşıyordu.
Anlaşıldığı kadarıyla Mardinde aşiret ve akraba köyler arasında çeşitli husumetler ve ayrışmalar olmuş ve 1990lı yıllardan itibaren artarak sürmüştür. Elazığda da benzer bir birikim bulunabilir. Sonuçta birbirlerini tanıyan kişilerden oluşan yerleşimler. Ancak İstiklal Caddesindeki daha başka. Hiç tanımadığı bir insana yöneliyor. Patoloji olduğunu sanmıyorum. Ancak doğaya, yaşama, topluma, diğer insanlara ve sonuçta kendine yönelik büyük bir yabancılaşma; sahipsizlik ve yalnızlaşma bu olaylara eşlik ediyor.
Sahipsizlik ve yabancılaşmanın birinci ayağını ise, ortak kaynaklar ve yaratılan refahtan birinin fazla, diğerinin belki de hiç alamaması geliyor. Dışlandığı yapılara saldırıyor.
Yakın coğrafyada ve bölgede süren silahlı çatışmalar ve asayişi sağlamak üzere uygulamaya sokulan yerel milisler oluşturma (peşmerge vb.), koruculuk sistemi gibi uygulamalar silahlanma ve şiddeti daha da yaygınlaştırıcı ve kolaylaştırıcı öğelerden olmaktadır. Savunma amaçlı olmadığı da, birlikte kendileri de dahil herkesi yok edecek düzeye gelince anlaşılacaktır.
Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar. Sosyal güvenliğin birinci ayağını, sosyal sistemde hak ettiği onuruna uygun yeri bulması oluşturuyor. İşte, evde, sokakta, okulda hak ettiği saygınlığı görmesi gerekiyor. Yani eşitlik ve adalet sorunu en esaslı noktalardan birini oluşturuyor. Kaldı ki bu köyler ve aşiret içi husumetlerin, zaman zaman jandarma ve mahkemelere de yansıdığı anlaşılıyor. Kaldı ki daha önceki yıllarda da cinayetlere rastlanıyor.
Mevcut hukuk sistemi içinde (mahkemelerde) olayın çözümlenememiş olması da, yani adaletin tecelli etmemesine yönelik durum ve algılamalar da durumu daha kronikleştirmektedir.
Yıllardır süren husumetler ve tecelli etmeyen adalet, korku ve kaygıları da körüklemektedir. Dışta kaldığını düşünen kesimlerde bu birikim daha da artacak, zenginlerin kendi sığınaklarına çekilmesi, koruma sayısını artırması, siteler oluşturması; sonuçta kamplaşmayı derinleştirmekten öte bir anlam ifade etmeyecektir. Eşitsizlik ve adaletsizlik biriktikçe, öfke-kin-düşmanlık da birikmektedir. Mardinde, Elazığda, Beyoğluda bunların izi görülüyor.
Her şeyi bir yerlere bağlamak gerekmiyor, ancak her tür toplumsal duyarlılığı, çevre duyarlılığını, insan duyarlılığını yok sayan ve tehdit unsuru olarak gören; her tür örgütlenmeyi kötüleyen ve yok sayan; her tür insani dayanışmayı, gösteriyi, sokağa çıkmayı olumsuzlayan bir anlayış bugün Beyoğlunda herkesin gözü önünde cinayet noktasına geldi.
Her tür duyarlılığı baskılayan bir yönetsel ve sosyoekonomik yapı bugün duyarlılık bekliyorsa, önce dönüp ne yaptığına bakmalı.
İşgal ve savaş karşıtları, şiddet karşıtları bile polis coplarıyla dağıtılan bir ülke ve dünyada; bu kadar sosyal adalet sorunu, gelir farklılaşması, çeşitli ayrımcılık ve uçurumlar olan, güney-kuzey, fakir-zengin ayrımlaşan bir dünyada bu tür olaylar neden artıyor diye sormak abes sayılsa gerek.
Tuzlada yalnız kalan işçilerle, Beyoğlunda, Elazığda yalnız kalan kişiler aynı kök ve soydan; aynı sorunlardan muzdarip. Vahşi-azgın bir iş ve rekabet dünyası, güvencesiz-taşeron dünya, işgaller, savaşlar, yalnızlaşan insanlar Şiddet, şiddet, şiddet
Öncelikle, bireysel-münferit olana da kaynaklık eden, Wallersteinın belirttiği gibi, farklılaştırıcı ve bir diğerini ezici ekonomi politik yapılanma sürdükçe, ayrımlaştırırcı anlayış sürdürüldükçe şiddet artarak devam edecektir.
Dolayısıyla; çeşitli stratejiler, taktikler, yöntemler, teknikler, araçlar geliştirilebilir ancak şiddet bir yapısal sorunsa, önce bu yapısal öğelerin dönüştürülmesi gerekiyor. Makro düzeyde Güneydoğu, Mardin, Elazığ için, Türkiye ve dünya için mevcut El koyma biçimleri, mülkiyet ve toprak düzeninin öncelikle ele alınması ve aşılması gerekiyor.
Finans sermaye spekülasyonlarla, ABD ve diğerleri güçle bir takım kaynaklara el koyuyorsa, Beyoğlundaki kişi de, Mardindekiler de, Elazığdakiler de ya el koymaya çalışıyor, ya da el koyma tarzlarına ve yalnızlaştığı, olumsuz anlamda deneyimlediği yaşadığı dünyaya bilinçli bilinçsiz tepki veriyor. Onların sorumluluğunu bu durum azaltmıyor, ancak toplam makro yapıları da doğru okumamız gerekiyor.
Genel başlıklarla
* Gerek toprak gibi fiziki-iktisadi kaynakların kontrol biçimlerinin (iktisadi yapının),
* Gerek yönetim, aşiret, koruculuk ve erkeklik gibi düzen, adalet, saygı görme (reis olma) ve prestij kaynaklarının (sosyopolitik yapının);
* Buna koşut din-töre-örflerin (kültürel yapı, değer ve meşruiyet biçimlerinin) dönüştürülmesi gerekiyor.
Bunun için;
* Mevcut eşitsiz hiyerarşilerin ve mülkiyet sorunlarının düzeltilmesi,
* Barınma, iş, eğitim ve sağlık gibi olanakların herkese ve nitelikli sunulması,
* Sahiplik, Başkanlık, Aşiret ve Reislik yerine tüm kişilerin, erkek, kadın ve tüm toplumsal kategori ve grupların eşit saygınlığı (mülkiyette, tarlada, işte, meydanda, mahkemede, okulda, medyada ),
* Militarizm, koruculuk, savaş vb. yerine kamu düzeni anlayışı ile hukukun üstünlüğünün sağlanması,
* Adaletin adil ve zamanında tecelli etmesi gibi tedbirler öncelikli noktalar olarak gözükmektedir.
Bunun için öncelikle mevcut mülkiyet, toprak, geçim, yönetim, risk-tehdit biçim ve potansiyelleri saptanmalıdır.
Ayrıca mevcut düşmanlıkları aşabilmek üzere güven duygularının tamiri; yapılacakların mevcut mağdurlardan başlatılarak genişletilmesi gerekmektedir.
Tabii, tüm bunlar için de hiyerarşi ve egemenlik kurma arayışları yerine, birlikte yaşama üzerine kurulu yeni paradigmalar gerekiyor. Türkiyenin makro iktisadi, sosyal ve politik yapılanması; sorunu çözecek iradenin kendisi ile örtüşüyor. Esas güçlüklerden (tersi durumda kolaylıklardan) belki de en önemlisini, bu koşutluk oluşturuyor.
Özetle yerine koyacağınız -en azından onu daha az şiddetle ikame edebilecek- bir yapınız (alternatifiniz) yoksa, mevcudu (yerleşiği) işlevsel olacaktır.
Trafik kazalarının da, Tuzladaki ölümlerin de, Mardindeki-Elazığdaki katliamların da en önemli sebebi; birilerinin bu ihmal veya üstünlüğü kendine hak görmesi ve bir diğerini yok saymasıdır. Bu yapı ve koşullar sürdükçe; Tuzlada da, trafikte de, Beyoğlunda da, Mardinde de, Elazığda da bu tür olaylar artarak yaşanmaya devam edecek. MOBESE vb. de pek fazla işe yaramayacak.
Özetle mevcut yönetim ve yapılanma içinde, şiddet sorunu çözülemez.
Oysa çözüm, çok kolay olmasa da imkansız değil: İşte-aşta birlikte üretip birlikte paylaşma. Özetle hiç kimse yalnız ve aç kalmasın, hiç kimse de ortak kaynaklarımıza el koymasın. Dünya hepimize yeter artar. Tüm canlılara da yeter. Yeter ki birbirimize üstünlük taslamayalım.
Özetle sosyal güvenliğin en önemli ayağı, herkesin güvencede olmasıdır. Aksi takdirde; yok sayılanlar, yok saymaktadır. Yok sayanlar da, yok sayılmaktadır.
ADNAN GÜMÜŞ - Prof. Dr., Çukurova Üniversitesi
Evrensel'i Takip Et