25 Temmuz 2009 00:00

MERCEK


Başbakan T. Erdoğan “İster ‘Kürt sorunu’, ister ‘Kürt açılımı’ diyelim, bunun üzerinde bir çalışmayı başlattık”, “İçişleri Bakanlığımıza bu görevi verdik”, “Kurumlarla da temasa geçip sonuçları yakında açıklayacağız” şeklinde özetlenebilecek bir açıklaması üzerine, sermaye basınında yapılan yorumlara bakınca, iki tür tutum tüm ötekilerin önüne geçecek şekilde dikkat çekiyor: Bir kesim yazar ve yorumcu, yaşanan acılara, kayıplara, büyük yıkımlara dikkat çekerek “Çatışmalı ortamı bir an önce sona erdirecek, silahı ve şiddeti gündemden kaldıracak bir yol haritasına ihtiyaç”a vurgu yaparak, “çözüm önerileri” sunuyorlar. Bu kesimde yer alanların bazıları bir adım daha ileri giderek, devletin inkar, baskı ve asimilasyon politikasıyla “teröre karşı mücadele” adına gerçekleştirilmiş vahşetin ülkeyi getirdiği duruma işaret ediyor, bu durumun sona erdirilmesinin ülkeye getireceği yararlar üzerinde duruyorlar. Diğer bir kesim ise, “miadı dolmuş”lardan, ‘1933 kafa’, ama demokratlığı da başkalarına bırakmayacak “usta gazeteci-yazarlar” dan oluşuyor.
Her iki kesim de Kürt sorununu, esasen Türk büyük sermayesi ve onun politik kurumlarının gözüyle değerlendiriyorlar. Kürt sorununu, ulusal hakları reddedilen bir halkın eşit haklar talebiyle ilişkilendirmekten kaçınıyor; sınırları Genelkurmay Başkanı tarafından çizilen “bireysel kültürel haklar”a indirgiyorlar. “Çözüm”den söz ettiklerinde de, örneğin Türkiye gericiliğinin toprak, enerji ve su kaynakları, bölge ve uluslararası ulaşım yolları gibi hayati çıkarlar kategorisindeki kaygı ve emellerini esas alıyorlar. Irak Kürdistanı ile “dostluk-hamilik” ilişkilerinin önemi üzerine “Yeni Osmanlıcı” söylemin hareket ettirici nedeni budur.
İkinci kesimde yer alanların bu genellikten ayrılan “tutarlılıkları” var(!) Hala 1933 hükümetinin durduğu sınırda duruyorlar! O günün tek parti hükümetinin bakanı Kürtleri ve “diğer azınlıkları” “Türk’e ancak hizmetçi olabilir” gören bir politikayı temsil ediyordu. Aradan çok zaman geçti. Kürtlerin uluslaşma süreci daha da ilerledi, ulusal eşitlik talepleri zorbalıkla bastırılamayacak ölçüde belirginlik kazanıp, çeşitli politik hareketler kimliğinde gündeme geldi.
Ret ve inkar büyük yıkımlara yol açtı.
Şimdi ya sorunun çözümüne hizmet edecek, o yönde adımların atılmasını getirecek bir tutum alınacak ya da daha büyük yıkımlara yol açacağı bugüne kadar fazlasıyla görülmüş retçi politika şurasından burasından biraz törpülenerek, gizlenemeyecek ölçüde defo vermiş yanlar yama yapılarak, daha büyük çatışmaların ve patlamaların yolu döşenecek! ABD, AB, Irak “merkezi” yönetimi ve Kürdistan Federe Devleti yönetimi ile “işi kotararak”, sorunun esas ve gerçek muhatabı Türkiye Kürtlerini ve politik hareketini etkisizleştireceklerini sananlar, gerçekte çözümsüzlüğü sürdürmüş olacaklar.
Görünen, hükümetin ikinci yolu seçeceğidir. Başbakan’ın MGK toplantısı sonrasında ve son olarak 22 Temmuz günü yaptığı açıklamaları, Kürtlerin başlıca taleplerinin dikkate alınmayacağını, ancak daha önce adımı atılmış “iyileştirme”lere birkaç benzer eklemenin daha yapılarak durumun “idare edilmeye çalışılacağı”nı gösteriyor.
1933 kafa gazetecilerin “kafayı en fazla taktıkları” konulardan biri bu “muhatap alma-almama” sorunu. “Çatışan taraflar”dan biri PKK, ama onlar “terör örgütü ve elebaşısı muhatap alınamaz!” diye, CHP’li “kafadarları”yla birlikte avazları çıktığınca bağırıyorlar. Akıllarını “peynirle yemişler” gibi! Kafalarını duvara-kayaya çarpıyor, onu pamuk ya da kağıt olarak göstermeye çalışıyorlar. Bir tuhaf hallere düşmüşler. O. Ekşi örneğin, “Kürt halkı” denmesine bile karşı! “Örneğin ulusal bütünlük konusunda duyarlı bir kişinin her fırsatta insanlarımızı ‘Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Abazası, Gürcüsü...’ diyerek kompartımanlara ayırması doğru değildir” buyuruyor, Oktay Bey! Ya ne denecekmiş? “Çerkez kökenli Türk” veya “Kürt kökenli Türk” vb. denmesine izin veriyor bay Ekşi.
Niye denmemeliymiş peki?
Ekşi bey buyururlarmış ki, şayet Kürt halkı derseniz, “Onu ‘Kürt halkının hakları’ davası izler. Onunla da kalmaz başka ‘halk’lar yaratır”mış! Bu tehlikeyi yaratmamak için de “bilge gazeteci”, bugüne kadar sütununda “ne ‘Kürt sorunu’ ne de ‘Kürt halkı’ deyimi” kullanmamıştır. Sorun, inkar yoluyla, görüp “ortada herhangi bir şey yok” demeyle çözülseydi, bugün Ekşi gibileri dahil, bu sorun-Kürt sorunu olarak tartışmazdı. Doğada ve toplumda, nesneler, varlıklar ve topluluklar, insan soyunun dilinde çeşitli adlar bulmuşlardır. Ama bu adlar bir nesnelliğe de denk gelmişlerdir. Ekşi bu basit kuralı dahi bilmezden-görmezden geliyor. Geliyor diyelim, zira bu kadarını da bilmeyecek kadar dünyanın gerçeklerinden bihaber olamaz. Ve bir şey daha, akan su yolunu bulur demişler, Kürt sorunu da eninde sonunda gerçek bir çözüme kavuşur, Kürtlerin iradesi ve tüm kardeş halkların mücadele birliği ve desteğiyle.
İnkarın ve çözümsüzlük politikalarının gerçek panzehiri de bu olacak.
A. Cihan Soylu

Evrensel'i Takip Et