26 Temmuz 2009 00:00
NOT
Kürt sorunu bugüne kadar hiç olmadık yaygınlıkta tartışılıyor. Yıllardır devlet ezberi durumundaki bölücü terörle mücadele cenderesinde hapsedilmeye çalışılan toplumsal algı çözülüyor.
Kürt sorunu bugüne kadar hiç olmadık yaygınlıkta tartışılıyor.
Yıllardır devlet ezberi durumundaki bölücü terörle mücadele cenderesinde hapsedilmeye çalışılan toplumsal algı çözülüyor.
Devletin savaşarak meseleyi çözeceğine dair her daim tazelenmeye çalışılan koşullandırmalar artık etkisini yitirmiştir.
Savaşın kazanılacağına dair toplumsal inanış ve beklenti çökmüştür...
Devlet, tepe tepe kullandığı gayri nizami yöntemler de dahil, sınırsız ve ölçüsüzce giriştiği bu savaşta yenilmiştir.
Bu noktadan sonra ısrar etmek, zaten yenik düşülmüş bir savaşta bir kez daha, bir kez daha yenilmek olacaktır sadece...
Ki psikolojik harp kanallarıyla da olsa yaratılabilen toplumsal meşruiyetini artık yitirmiş bir savaşı sürdürmenin toplumsal sonuçları çok daha ağır olacaktır.
Kürt tarafına gelince...
Savaşın çözüm olmadığını yıllardır söylüyorlardı.
Devletin savaşla sonuç alamayacağını kanıtlamaya dönük, dayatılmış-zorunlu bir savaştı onlar açısından.
Nitekim hep barışa dönük bir tarafı oldu Kürdün savaşının ve sonuçta devletin savaşla kazanamayacağını kanıtladı.
Şimdi yaygınlaşan bütün çözüm tartışmaları, dolaylı-dolaysız, işte bu mücadele gerçeğinin yarattığı dalga boyunda yapılmaktadır.
Kürdün her cephede süren ve dinmeyen mücadelesi, süreci bu noktaya taşıyabilmiştir.
Elbette iç-dış başka gerekçe ve dinamikler de vardır.
ABDnin yeni Irak ve Ortadoğu planlarında yer tutma hevesi mesela...
Doğrudur, devlet cephesinde Kürt meselesine dair yeni arayış sancılarının bu işbirlikçi heves ve rollerle ilişkisi kuşkusuzdur.
Ama işin bu yönü de dahil olmak üzere, bugünkü tartışma sürecinin en dipte yatan temel dinamiği, Kürt mücadelesinin kendisidir.
Bu gerçeği unutmamak, her fırsatta vurgulamak önemli.
Bir hakkı teslim etmek değil bu sadece...
Bugünkü çözüm tartışmalarının en kilit halkası da vurguladığımız gerçekle ilgili...
Kürdün mücadelesini es geçenler, Kürdü anmadan, ona kulak vermeden, temsilcilerini yok sayarak çözüm önermekteler.
Kürt sorununu, Kürtlerle konuşmadan çözme peşindedirler.
Senin mücadelen değil, benim inayetimdir aslolan yaklaşımı, devletin genetiğinden bugünkü tartışmalara akseden bir çözümsüzlük gölgesidir aslında.
Dolaylı-dolaysız (biçim değil fiili olan önemlidir), muhatap kabul etmemek, çözümsüzlüğü bir de böyle sürdürmektir zira.
Çözüm niyetinin en belirgin ölçütlerinden biridir muhatap tanıyıp tanımama meselesi.
İşte, PKK lideri Öcalanın çözümde önemli rol oynayacağına dair açıkça dillendirilen beklentiler yükseldikçe, hareket noktası muhatapsızlık olan devlet politikasını da sıkıntıya soktu.
Başbakanın, Öcalana çözüm rolü biçen kendi vekillerini de haşlayan açıklaması, tartışma sürecine bir müdahale olmuştur. Devletin ve hükümetin başka merkezleri çözüm adresi olarak görmeyeceği, tartışmaların bu ekseni taşmaması gerektiği yönünde bir müdahale...
Kürt sorununa gerçekten bir çözüm arayışı, muhatap tanımam şeklindeki inkarcı devlet kompleksini de aşmayı gerektirmez mi?
Kürtlerin öne çıkmış hiç bir temsilcisini dinlemezden, görmezden gelen bir yaklaşımın çözümden çok başka kaygılarla hareket ettiği açık değil mi?
Kürt sorununu değil ama Kürt hareketini çözmek, tedricen tasfiye etmek şeklindeki güvenlik politikası, ABDden beklenen bölgesel öncülük rolüyle sentezleniyor ve devletin yeni arayışlarına rengini veriyor.
Şimdi, muhtemelen, Kürt temsilcilerinin gözetilip gözetilmeyeceği tartışmalarının ve bunun bir unsuru olarak da Öcalanın açıklayacağı yol haritasının şimdiden yarattığı kamuoyunun etkisizleştirilerek geriye itilmesi çabaları yoğunluk kazanacaktır.
Başbakanın, elbette ki önceden belirlenmiş bir devlet yaklaşımının gereği olarak yaptığı, bu müdahale, samimi çözüm arayış(çı)larının hangi noktalarda ısrar etmeleri gerektiğini de göstermektedir.
Kürtler mücadelede ısrarlıysa...
Devlet, Kürtleri muhatap almamakta ısrarlıysa...
Mücadele eden Kürdü tanımadan Kürt sorununun çözülemeyeceğinde ısrar etmek de insani aklın ve vicdanın gereği oluyor...
VEDAT İLBEYOĞLU