27 Temmuz 2009 00:00

SÖZ OLA TORBA DOLA

Temmuzun öğle sıcağında, terli sırtımı sıvazlayarak “hoş geldin” dedi. “Beyazları çoğaltmışsın” diye de ekledi. Yazın ten kararınca en küçük aklar bile belirginleşiveriyor.

Paylaş

Temmuzun öğle sıcağında, terli sırtımı sıvazlayarak “hoş geldin” dedi. “Beyazları çoğaltmışsın” diye de ekledi. Yazın ten kararınca en küçük aklar bile belirginleşiveriyor. Bende de o aklardan çoktu nasıl olsa. Demek biraz daha çoğalmışlardı. Kendisinin alnından da ter akıyordu damla damla. Bir peçeteyle sildim dostluğuna karşılık olsun diye. Çok terliyordu. “Emek bunlar” dedi, sonra da o emeğin öyküsünü anlattı. Silifke Hastanesi’nin yakınlarında restorant dediği bir aşevi varmış. Kapatmış, şimdiki dükkanını açmış, tantuniye çevirmiş işi. Adını da Emek koymuş. Dostları uyarmış, “Aman ha!..Emek, memek yanlış anlaşılır sonra.” “Ne var” demiş bizimki “Hem müslümanız, hem solcuyuz.” “Allah’ın gücüne gidecek ama materyalisttim ben” diyen bir başka solcuyu anımsattı bana. Ve de “Hamdolsun, laikliği hakim kıldık” diyen başka birini. Her neyse!.. Emek böyle doğmuş anlayacağınız.
Silifke’nin merkezinde, eski köprüden hastane tarafına doğru geçildiğinde hemen göze batan ilginç bir yer Emek. Salt mutfağı var. Önüne gerilmiş tente ve altında birkaç masa. Tente eskide kalmış artık. Çağa uydurmuş tenteyi. Tüm masalar dolu olduğunda bile, kaldırımda ağaç altına atılıverecek birkaç yedek masa da bulunur her zaman. Her gittiğimde ağaç altına atılır bir masa. Gitme nedenim salt mideseldi. Çünkü, her şeyi çok güzeldi. Şimdi bir de siyasal nedenim oldu. Madem solcuyduk…
Günümüzün fastfood olarak dilimize sokulan ayaküstü atıştırma yerlerinin ulusal ya da yerel bir örneği. Ayaküstü ve güzel. Hem et, hem ciğer tantuni, ciğerin bir de şişi. Yanında da ayran. Ama güzel olanı şalgam suyu. Hepsi çok güzel. Emek boşa verilmiyor, o ter boşa akıtılmıyor yani.
Hani bir gün yol düşerse ya da en güzeli yapılıp düşürülürse emekçinin dükkanına, alışkanlık yapabilir. Bana yaptığı gibi. Ne var ki, gidildiğinde kocaman bir Emek aranmasın. Öyle büyük, ışıltılı, abartılı bir Emek bulamazsınız. Dükkanın önündeki tentenin kıyısına köşesine konduruvermiş dükkanın adını ve işlevini: “EMEK TANTUNİ CİĞER”. Öylesine gösterişsiz, öylesine yalın. Bu da doğal. Çünkü, adamın gösterişi adında değil, yemeğinde.
Öylesine güzel ki, televizyonda Avrupa Ligi voleybol karşılaşmalarını izlerken bile Emek ürünü yemekleri düşünüyorum. Karşılaşmalar şeker sayrılarının tatlısı gibi tatsız, kan basıncının yükseltisiyle yaşayanların yemekleri gibi tuzsuz. Çekişmeli gibi görünse de, nitelikli bir görüntüden yoksun o çekişme. Böyle bir durumda nasıl başka şey düşüneydim ki. Bir Neslihan Darnel’i görünce unutuyordum Emek’in her tür ürününü. Güzelliğinden değil. Değildi de bana göre. Güzel oyunundan da değil. Oynayamıyordu da bence. Bir başkalık vardı havasında, duruşunda, kendisinde. Diğer oyuncular oyunun içindeyken, o kendisindeydi. Bana öyle geliyor diyebilmeyi çok isterdim; ama değildi ve öyleydi. Filenin Sultanları yakıştırmasının yapıldığından bu yana gördüğüm bu. Benim kendisini izlediğim gibi, kendisi de kendisini izliyordu. Gözü sürekli ekrandaydı. Kendisinin görüntülendiğini biliyor ve izliyordu. Yine mi beni görüntülüyorlar ya da hep beni görüntülüyorlar havası bulaşmıştı kendisine.
Son karşılaşmalarda da aynı durum görülüyordu. Aralarda, çalıştırıcı anlatırken o geride “ben bunları biliyorum” havasında serinliyordu. Yere düştüğünde de yardıma koşan sağlıkçının elinden kolunu sert bir biçimde çekiyor, adamı çökertiyordu.
Oyunun içinde de dışında da rahat biri değil Neslihan. Ya da doğal değil. Yoğun bir yapaylık var üzerinde. Bu da oyuna ve oyununa yansıyor kuşkusuz. Önceleri salt küt iniyor, kütsüz daha kolay sayı alınabilecek durumları es geçiyordu. Uzun süre sonra boşluk görmeyi ve avlamayı öğrendi. Ama bir avlasa ikincisinde kendisi avlanıyordu. Kütünde de aynı başarı(!) vardı. Bir kütü sayı olsa, ikincisi, üçüncüsü karşı takıma yazılıyordu.
Eğer becerebilirsem, bir gün Neslihan’ın oynadığı bir karşılaşmada takımına ve karşı takıma kazandırdığı sayıların çetelesini tutmak istiyorum. Düşündüğümü yapabilecek bu sporun bir adamı çıkarsa gerçekten rahata ereceğim. Belki de yapılıyordur.
İşte bu Neslihan, beni tantuniden alıp götüren, filenin yerli yabancı sultanlarının yapamadığını yapan. Ha, bir ilgi kuramadıysanız onlarla bunlar arasında kurdurayım ben size. Temmuz ayının belli başlı iki etkinliğiydi ciğerin şişi ve Neslihan’ın kütü, eğer sonra gelen seller, zamlar, kazalar, kazıklar, öldürmeler ve ölümler olmasaydı.
Bir albüm çıkaranın sanatçı(!), iki satır yazı yazanın yazar(!) kesildiği bir ülkede, Vedat Okyar da yazarlığı reddedermiş benim gibi. Üstelik herkesin yazdığını yazmazken. Yazdıkları da buram buram rakı kokarken. Erken, çok erken oldu; ama gidişi de güzel oldu güzel adamın. Ya da adamların güzelinin. Güle güle gitsin...
ÜSTÜN YILDIRIM
ÖNCEKİ HABER

Otosansürümüz de kökleşiyor artık!

SONRAKİ HABER

Nonda’ya yol gözüktü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...