27 Temmuz 2009 00:00

EKONOMİ VE POLİTİKA

Geçen haftaki yazıyı sonlandırmam gerekiyor. Bunu yapmam gerekiyor, zira hem bu konuda söz vermiş bulunuyorum, hem de...

Paylaş

Geçen haftaki yazıyı sonlandırmam gerekiyor. Bunu yapmam gerekiyor, zira hem bu konuda söz vermiş bulunuyorum, hem de, maalesef, söylenecek çok şey var.
Siyasetçi ile bürokrasi ve kamu kurumları arasındaki fark, seçilmiş dokunun gücü ve egemenliği, atanmış dokunun ise politika ve uygulamada devamlılığı temsil etmesidir. Hangi dokunun daha iyi olduğu, meseleye hangi açıdan bakıldığına ve temsil ettikleri tabanın niteliğine bağlıdır. Başta yargı kurumları olmak üzere, hemen tüm kamusal kurumlar ancak uzun dönemde değişim gösterdiğinden genellikle yaşamın hızlı koşullarına ayak uyduramazlar, hızlı dönüşüme ayak bağı olurlar. Ancak, söz konusu “ayak uyduramama” durumu sermaye dışı geniş halk kesimlerinin lehinedir. Geçmişten günümüze doğru geldikçe, toplumu şekillendiren doku “sosyal devlet” ilkesinden, hızla kaynağı dahi belli olmayan “servet sahipliği” ne dönüşmüştür. Sömürüye dayanan ve kaynağı belirsiz servet sözde meşruiyetini, elde ediliş biçimine simetrik olarak, ancak baskı ve despotlukla sağlar. Kapitalizmin kendi süreçleri dahilinde dahi hırs ve sömürünün bu denli yüksek olmadığı geçmiş dönemlerine göre şekillenmiş olan kurumlar, uzun süreli varoluşları nedeniyle, günümüzde hâlâ eski kuralları koruyor olurlar. Silahlı sömürgecilik döneminden ekonomik kurallarla uluslararası sömürgecilik dönemine geçişte, ulus içi hukuk kuralları da şiddetle sarsılmıştır. Silahlı sömürü üzerine yükselmiş olan Avrupa medeniyeti(!) göstermelik de olsa sosyal devlet ilkelerini uygulamış ve yerleştirmiştir. Şimdilerde azgın sermaye tüm bu kuralları yıkarken, sermayenin ajanı olan siyaset yerleşmiş kuralların ajanı bürokrasi ile çatışmaktadır. Siyaset güç ve sömürüyü temsil ediyorsa; yerleşik kamu kurumları ise görece daha sosyal bir devlet yapısını temsil etme durumundadır. Birincisine güç, ikincisine görece etik dersek, çatışma güç ile etik arasında yaşanmaktadır; yeni yükselen güç, tüm hedeflere saldırarak kendi etiğini(!) eski etiğin yerine ikame etmeye çalışmaktadır. Başka bir değişle, “kapitalizm kapitalizme” karşı gibi bir durum söz konusudur.
“Yeni”lerin “eski”leri ikame etmesi, politika sahnesinde, kurumları yıpratma ve/veya kuruma kendi elemanlarını yerleştirme şeklinde ortaya çıkar. Kurum yıpratma faaliyetinin iki örneği şunlardır. İlk örneği, Ergenekon davasının başladığı günlerde, bir siyasetçinin, mevcut komutanlarla bir savaşa girmemiş olmamızı sevinçle karşıladığını ifade etmesi oluşturmaktadır. Belli ki, ufku olmayan bir siyasetçi, içinde bulunduğumuz durumun yeni bir paylaşım modeli olduğunu anlayamamakta ve günümüzün örtülü savaşlarının askerler arasında değil de, siyasetçiler arasında sürdürüldüğünü kavrayamamaktadır. İkinci örneği ise, bir köşe yazarının üniversite elemanları, özellikle de asistanlar için yakışık almaz söz sarfetmesi oluşturur. Tabiatıyla, üniversite kadrosuna yan gelip yatmak için girmiş olanlar vardır ve daha da olacaktır. Ama her kurum elemanı için bu doğrudur. Münferit yanlışlıkların kurum ile ilişkilendirilmesi bu tür saldırının temel hedefidir; zira, hedefte hata veya birey değil, kurum vardır! Anayasa Mahkemesi kararlarına ve Yargıtay’a karşı uygulanan yönetim de yıpratma politikaları içinde yer alır.
Kuruma adam yerleştirmek yoluyla eskinin yerine yeniyi ikame etme yöntemine en güzel örneğini de YÖK ve rektör atamaları operasyonları oluşturmaktadır. İnsan sömürüsüne dayanan bir sistemi dincilik ile perdeleyebilmek için eğitimin çökertilmesi ve genç kafaların türbanlanması kaçınılmaz görülmektedir. YÖK’ün siyasilerce ele geçirilmesi ve alınan son karar nedeni ile başbakanın takdirine mazhar olması hiç de rastlantısal değildir!
Yeni emperyalizme karşı sürdürülen mücadelede “mikro milliyetçilik” veya “ulusallık” gibi kapitalist dokuların yer alması, eski kapitalizmin yeni kapitalizme karşı mücadelesinden başka bir şey değildir. Hata da bu noktadadır! Yeni sömürgeciliğe karşı milliyetçiliğin ya da ulusalcılığın savunulması, tarihi geriye sarmak olur. Kapitalizm çamur deryası her dokuyu yozlaştırıp çökertirken, sömürgeciliğe karşı sosyalizmin ufukta yükselme olasılığı da artmaktadır.
İZZETTİN ÖNDER
ÖNCEKİ HABER

ALPAGUT DENEYİMİ ÖĞRETMEYE DEVAM EDİYOR

SONRAKİ HABER

Alpagut madencilerinin zam grevi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...