27 Temmuz 2009 00:00

GÖZLEM


Kapitalizm, durmaksızın ekonomik-toplumsal ilişkileri kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirirken, siyasal alanda da işçi sınıfının mücadelesinin tüm tarihsel mevzilerini ve kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik genel saldırısını durmaksızın sürdürüyor. Bu süreç aynı zamanda, işçi sınıfının örgütlü olma ve kolektif davranabilme beceresi gösteren kesimlerini dört bir yandan kuşatıp, onları kendi içinde giderek parçalanmış bir “azınlık grubu” haline getiriyor. Sendikal örgütlülüğe sahip söz konusu “azınlık” ve onlar adına sendikacılık yapanlar, çıkarlarını işçi sınıfının bütününe yönelik politikalarda değil de, üyelerinin çıkarlarını korumayı ve sınıfın geri kalanının mücadelesine uzak durmayı marifet sayıyorlar.
Emekçilerin kazanımların sınıfın genelinin talebi olarak savunulması, mevcut hakları korumanın ve kalıcı hale getirmenin en önemli güvencesi olarak bilinir. Uzunca bir süredir sadece üyelerinin çıkarları doğrultusunda sendikacılık yapanlar (gerçi bunu bile yaptıkları tartışmalı), çalışma ve yaşam koşullarının yanı sıra kazanılmış haklarının da giderek yok olması ile birlikte ne kadar büyük bir yanılgı olduklarını çok geçmeden anlayacaklar.
Sermaye, tarihin hiçbir döneminde emek örgütlerini bugünkü kadar yoğun baskı altına alma imkanını elde edemedi. Bugünkü durumun büyük ölçüde sınıf hareketinin örgütsel dağınıklığı ve güçsüzlüğünden kaynaklandığı tartışmasız bir gerçek. Üstelik sermaye sınıfı, geçmişte yaşamış olduğu deneyimlerden de hareketle, emek cephesine yönelik kuşatmasını, işçi sınıfının tarihsel-geleneksel örgütlerini içeriden ve dışarıdan müdahalelerle tahrip ederek, ama bunu adım adım ilerleyerek yapıyor. Bir yandan, işçi sınıfını çeşitli şekillerde bölerek, işçilerin örgütlenmesini engelleyerek, örgütlülüklerini zorla dağıtarak açık saldırısını sürdürürken, diğer yandan da feodal ilişkiler (akrabalık, hemşericilik gibi) üzerinden sınıf içindeki itaat uygulamalarını geliştirmeyi ihmal etmiyor. Hatta zaman içinde kapitalizmin “sosyal denetim” kurumları haline gelmiş olan pek çok sendika, bu ilişkilerin kurulmasında etkin araçlar olarak yer alıyorlar.
İşçi sınıfı ne kadar parçalanmış, sınıf bilinci ne kadar geriletilmiş olursa olsun, içinde bulunulan koşullar ne kadar moral bozucu olursa olsun, sınıfının genişleyen yapısı karşısında bütün ekonomik, sosyal ve siyasal hakların geriletilmiş olmasının ortaya çıkardığı çelişkiler daha da derinleşerek artıyor. Bu durum, emekçilerin uğruna mücadele ettiği, kimi zaman ağır bedeller ödemek zorunda kaldığı taleplerinin kaçınılmaz olarak örgütlenme ihtiyacı ile buluşmasını beraberinde getiriyor. Tek tek işyerlerinde olsun, işkolu düzeyinde olsun bugün için formüle edilen bütün hak talepleri, örgütlenme zorunluluğunu dayatan bir karakter kazanmış durumda.
Sermayenin saldırıları sonucunda işçi sınıfının parçalanan birlik ve örgütlülüğü, kendiliğinden yeni bir birikimi ve geniş bir örgütlenme zemini hazırlıyor. Tam da bu noktada hizaya gelmeyen sendikalara karşı aşırı bir tahammülsüzlük (KESK’e yönelik operasyonu hatırlayalım) geliştirilmesi şaşırtıcı değil. Bu cephede yaşanan her şey, hiç kuşkusuz sınıf savaşının acımasız kuralsızlığı ile birlikte gerçekleşiyor. Ama bütün bu sorunlar, sendikal örgütlenme çalışmaları, grev ve direnişler üzerinden patlak verirken yaşanan kuşatılmışlıktan çıkmanın imkalarını da yaratıyor.
Son yıllarda örgütlenme talebi üzerinden sendikal ve siyasal örgütlülük bilinci ne kadar yara almış olursa olsun, sendikal-siyasal örgütlülüklerin yeniden, daha kitlesel ve daha güçlü araçlarla oluşturulması için geç kalınmış değil.
ERKAN AYDOĞANOĞLU

Evrensel'i Takip Et