28 Temmuz 2009 00:00

Açık halkın cebinden kapanacak

AKP Hükümeti’nin bütçe açığını kapatmak için izlediği yol eleştirilere neden oluyor. Bütçe açığının 13 kat artmasıyla İstanbul’da İSKİ’nin ve Ankara’da ASKİ’nin suya getirdiği zamlar, şekere gelen zam, EPDK’nın hemen hemen...

Paylaş

AKP Hükümeti’nin bütçe açığını kapatmak için izlediği yol eleştirilere neden oluyor. Bütçe açığının 13 kat artmasıyla İstanbul’da İSKİ’nin ve Ankara’da ASKİ’nin suya getirdiği zamlar, şekere gelen zam, EPDK’nın hemen hemen 2 günde bir benzin tavan fiyatlarını yükseltmesi de oluşan bütçe açığını kapatmanın yolları olarak kabul gören yöntemlerden olmaya başladı.
Hükümete dolaylı olarak bağlı kurumların getirdiği bu zamlar vatandaşlar tarafından da basın açıklamaları ve benzeri tepkilerle karşılaştı bu iki hafta içinde.
29 Mart yerel seçimlerinin ardından oluşan bu büyük bütçe açığını ve ardından yağmur gibi gelen zamları üniversitelerden iktisatçılara sorduk. İktisatçılar, AKP Hükümeti’nin, krizi ve oluşan bütçe açığını işçi ve emekçilerin üzerine yıkmak istediğini ifade ediyorlar.
AÇIĞIN NEDENLERİ SEÇİMLER VE PAKETLER
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Eski Öğretim Üyesi Prof. Dr. İzzettin Önder, bütçe açığını değerlendirirken açığın iki kaynağı olduğunu belirtiyor.
Önder, 29 Mart’taki yerel seçimler için hükümetin yerel bütçelerden ve genel bütçeden yapmış olduğu harcamaların bu açığın ilk nedeni olduğunu belirterek, “AKP’nin ne pahasına olursa olsun seçimleri alma hırsı ve bu amaçla merkezi bütçeden yerel idarelere yapılan aktarımlar kadar, bazı yerel idarelerde AKP yönetimini olumlu gösterebilmek için bizzat merkezi bütçeden harcama yapmış yapıldı” dedi.
Açığın ikinci nedeninin krize karşı önlem paketleri olduğunu vurgulayan Önder, “Oluşturulan bu paketlerin de aslında krizle bir alakası olmadığını, bütçeye gelir olan vergilerdeki indirimlerin orta ve üstü sınıflara bir harcama çeki anlamına geliyor.
Lüks tüketim maddelerine yapılan indirimler krizden asıl zarar gören düşük gelir gruplarına çözüm olmadı” diye konuştu. Önder, “Bize yapılan ÖTV indiriminin krizle bir ilgisi yoktur, krizden yararlanmak isteyen varsıl kesime sağlanmış olan indirimdir. Mesela, 30 bin liraya araba alabilecek olan bir kişiye, 5-6 bin lira avantaj sağlanmıştır.
Bunun anlamı, fırsatçılıktır! Üstelik de, otomobilde ve bazı lüks eşyalarda yapılmış olan indirimler, aslında dış üreticiyi beslemiştir. Zira, bazı ürünler olduğu gibi ithal edilmekte, bazılarının ise çok büyük bölümü ithaldir” açıklamasında bulundu.
AÇIK ARTMAYA DEVAM EDECEK
Hükümetin sermayeye yaptığı desteklerin süreceğini belirten Önder, bu nedenle bütçe açığının da artmaya devam edeceğini kaydetti.
Önümüzdeki süreçte hükümetin daha fazla bütçe açığını göze alamayacağına dikkat çeken Önder, açığı durdurmak için de temel tüketim maddelerine zam yapıldığını söyledi.
MEDYA GERÇEKLERİ FARKLI GÖSTERİYOR
Hükümetin uyguladığı bu politikanın ne kadar etkili olacağının yıl sonu belli olacağını belirten Önder, “Ancak, bütçe politikasının temel mantığının yoksulun varsılı finanse eder görüşüne dayandırıldığı açıktır. Biriktirilmiş servetlere ve vergi dışına çıkarılan aşırı kazançlara dokunma gücü ve amacı olmayan hükümet, en kolay, ama en haksız varidat toplama yoluna girmiş bulunmaktadır. Başbakan, her konuşmasında ‘laik, sosyal ve demokrat’ sözcüklerini dilinden düşürmüyor. Bir olgu fiiliyatta gerçekleştirilmiyorsa, politikacının dilinde pelesenk olur. Halkımızın anlaması gereken nokta budur! Bu durum bir kere anlaşıldığında, politik bilinç uyarılmış ve siyasal tercihler de ona göre yapılmış olur” diye konuştu.
Bir yandan dinle, diğer yandan milliyetçilikle halkın asıl sorunlarından uzaklaştırıldığını söyleyen Önder, sermaye liberalizmini savunan medyanın da gerçekleri farklı göstererek kafa karışıklığı yarattığını belirtti.
Bu sorunlara karşı halkın örgütlü olması gerektiğini söyleyen İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi eski öğretim üyesi Prof. Dr. İzzettin Önder, bazı işçi ve emekçi örgütlerinin sermayeyle olan ilişkilerini de eleştirdi.

KRİZ BİRİNİ TEĞET GEÇTİ BİRİNİ DELİP GEÇTİ
Prof. Dr. Fuat Ercan (Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi):
Krizin başladığı günlerde ‘Kriz teğet geçecek’ ifadesi yapılmıştı, ama buna karşı Süleyman Demirel ise ‘Kriz delip geçer’ demişti. Hangisi doğru?
Sermayenin istek ve taleplerinin artan şiddeti ile hükümetin krizi önlemeye ilişkin kurtarma paketlerine bakınca sermayenin hiç olmazsa bir kısmı için krizin teğet geçmesi için yoğun çaba harcandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu çabaların neler olduğu ve sermayenin hangi kesimlerinin koruma altına alındığını görmek isterseniz öncelikle 9. Kalkınma Planı ve bu planın uzun vadeli beklentilerine uygun olacak 16 Temmuz 2009 Perşembe günü Resmi Gazete’de yayımlanan 27290 sayılı Bakanlar Kurulu kararına bakmak yeterli olacaktır. Bu iki belge aslında Türkiye’de krize karşı alınan tedbirlerin aslında nasıl uzun süreli politikaları, yani 9. Kalkınma Planı’nda işaret edilen stratejilerin hayata geçirildiğini bizlere gösteriyor. Yani kriz bir fırsat olarak kullanılmış, uzun dönemli amaçlanan değişikliklerin hayata geçirilmesine olanak sağlamıştır.
Kriz birileri için bir fırsata dönüşmüştür/dönüştürülmüştür. Sermayenin özellikle yeni sektörel tercihlere uygun kesimlerine kamu kaynakları bol keseden dağıtılınca ve daha da önemlisi IMF’den gelecek para için de kemer sıkma politikalarına ihtiyaç duyulduğunda hangi kaynaklara yönelineceği gün gibi meydanda.
Kamunun sermayeye aktardığı ya da sermayeye destek için sermayeden almaktan vazgeçtiği kaynakların yarattığı boşluğu doldurmaları gerekir. Sudan elektriğe, elektrikten eğitim harçlarına, şekere, akaryakıta, tütün mamüllerine, yani temel tüketim alanlarında ÖTV artırılıyor, zamlar yapılıyor. Yani krizin birilerini teğet geçmesi aynı zamanda birileri için “delip geçmesi “ anlamına gelmiştir. Bu anlamda kriz hem teğet geçmiş hem de delip geçmiştir. Kriz devletin sınıf karakterini daha belirgin hale getirmiştir.
Kriz özellikle işçi sınıfını temsil eden sendikaları ve sınıf adına hareket eden tüm yapıları delip geçmiştir. Ama bu hikaye de böyle bitmez ki. İşsizlik rakamlarındaki artış, çalışma koşullarının kötüleşmesi, ücretlerin nominal düzeyde düşmesi, tarımsal alanda (en yakını fındık) gözlemlenen olumsuz değişiklikler, tüm doğal kaynakların bilmem kaç yıllığına piyasaya sunulduğu koşullarda bu hikaye böyle devem eder mi? Eder.
Etmemesi için yapılacak en önemli etkinlik işçileri temsil ettiğini söyleyen sendikaların işçiler tarafından ilk elden yoğun bir eleştiri ile baskı altına alınması, sendikal bürokrasinin artık sorunlara daha bir sorumluluk duyacak bir şekilde davranmaya zorlanmaları gerekiyor. Sorumluluk sadece sendikalara ait değil tabii. Bir de sol grup ve yapılar var. Sorun temelli politikalar yerine grup adına politika yapma kaygısını hızla her alanda eleştirmeli, grupların politik varoluşu ancak canlı-kanlı sorunlar etrafında ete kemiğe bürünüyorsa bu yapılara destek verilmeli.


ZAMLAR SERMAYEYE ÇÖZÜM ÜRETME ARAYIŞIDIR!
Yrd. Doç. Dr. Sinan Alçın:
Yeni zamları, kriz bahanesiyle sermayeye çözüm üreten önlemlerin bir uzantısı olarak okumak gerekir. Zamlanan ürünler sermayenin gelirini artırırken ücretli ve işsiz kesimleri daha fazla boyunduruk altına alacaktır.
Bütçe, yasal bir metindir. Dolayısıyla bütçe açığı, yürütme organının faaliyetlerini bütçe yasasına uygun gerçekleştirmediği anlamına gelir. Ortaya çıkan açığın geniş halk kesimlerini daha fazla yoksullaştıracak biçimde kapatılmaya çalışılması, telaşla atılan bir adım gibi gözükse de esasen bu durumunda sermayeye yeni birikim alanları yaratmak için bir olanak olarak değerlendirildiği görülmektedir.
Devlet gelirleri artırılmak isteniyorsa dolaysız vergiler artırılabilir, servet vergisi getirilebilir. Ama uygulamada tüketim üzerinden alınan dolaylı vergiler giderek artırılıyor. Lüks mallar yerine temel tüketim malları üzerinden alınan dolaylı vergi oranının artırılması; bütçe açığının yükünün emekçi kesimlere yıkılması anlamına gelmektedir.
Zamları bırakalım böylesi bunalım dönemlerinde işsiz ve yoksul halk kesimleri ile ücret gelirlilerin temel ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması ya da tavan fiyat uygulaması ile ucuza elde etmeleri sağlanmalıdır. Böylelikle satışı artan özel kesim sermayenin de üretimi artabilir. Ancak, amaç istikrarlı büyüme ve adil bir gelir dağılımı olmadığı için karşılaşılan her tıkanma sermaye için kâr alanları yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Türkiye için erken Cumhuriyet döneminde savaş koşullarının yarattığı ekonomik ortamın sermaye için nasıl birikim sistemine dönüştüğü hatırlanmalıdır.
Dolayısıyla kapitalist ekonomik sistem içinde değer yasası geçerlidir ve o değer işçi ve emekçilerin daha fazla sömürüsüyle sağlanır. Değer yasası değişmedikçe ya da değer yasasına dayalı işleyen kapitalist ekonomik işleyiş değişmedikçe toplumun tüm kesimleri için “yararlı” bir çözüm üretilemez.


ÖNGÖRÜLEN AÇIK GERÇEKÇİ DEĞİL
Prof. Dr. Aziz Konukman (Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi):
Aslında yapılan zamlar iki çeşit. Birisi yerel hizmetlere yapılan zamlar, ötekisi genel tüketim maddelerine ve vergilere getirilen zamlar.
Yerel hizmetlere yapılan zamlar dolaylı olarak bütçe açığını kapatmaya yönelik adımlardandır. Çünkü yerel bütçe açığını kapattığı zaman merkezi bütçeye olan yükü de azalır. Bu yıl içinde merkezi bütçe ise ipin ucunu kaçırdı. Öngörülen rakamlar tutmadı. AB’ye verilen 3 yıllık hedefler vardır. Orda bile öngörülen bütçe açığını yenileyerek 48 milyar TL’ye çıkardılar. Ama bakıyoruz daha ilk 6 ayda 23 milyar 205 milyon TL’ye çıkmış açık. Bütçeden sorumlu yetkililerin öngörüleri gerçekçi değil bu açıdan gerçeği de yansıtamıyor.
Mart yerel seçimlerinde yapılan harcamaların faturası olarak da algılanabilir bu açık. Ben halka sosyal harcama olarak yapılan giderlere karşı bir insan değilim, aksine bunu savunurum ancak bu açık seçim malzemesi niteliğinde kullanıldı, sadaka kültürünün parçası oldu.
Diğer yandan dikkat etmemiz gereken bir diğer nokta GSM’de yeni bir hizmet başladı 3G diye. Bu yeni ve tek seferlik bir gelir olarak anlaşılmalı bütçeye. Yani 3G diye bir şey çıkmasaydı bütçe açığındaki rakamlar daha üst seviyelerde çıkacaktı ki, ileride de öyle olabilir. Çünkü bütçe gelir ve giderleri belirli bir devamlılığı olan verilerle hesaplanabilir. Böyle tek seferlik veriler bütçe hesaplamalarını yanıltır, saptırır.
Hükümet bugüne kadar yaptığı zamlarla krizin faturasını işçilere ve emekçilere ödettirmeye çalışıyor. İnsanlar zaten işsiz. Bu zamlar geniş kesimlerin alım gücünü düşürüyor, bu sebeple ileride piyasanın daha da durgunlaşması çok normal. Bu adım krize çözüm olmaz, aksine krizi daha da derinleştirir.
Yapılması gerekenler ise, geniş halk kitlelerinin kullandığı temel tüketim maddelerindeki yüksek vergi oranlarının düşürülmesi olmalı. Ki piyasayı gerçek anlamda canlandırabilesiniz.
Baktığımız zaman, TOBB bir kampanya açıkladı. ‘Eve kapanma, Pazara çık!’ nasıl olacak bu iş? Para mı var da çıkacağız. Bu zaten yavaş yavaş etkisini yitiren bir kampanya oldu. Bu tür kampanyaların da çözüm olamayacağı açık işte. Bu yüzden Türk-İş bir an önce o kampanyanın destekçisi olmayı bırakıp sokağa çıkmalıdır. Krize karşı işçiler, emekçiler ve işsizler alanlarda buluşmalıdır. Başka bir çözüm aramak nafile…
(İstanbul/EVRENSEL)
Cem Şimşek
ÖNCEKİ HABER

Amik Ovası peşkeş çekilirse çiftçi köle olacak!

SONRAKİ HABER

Türkiye’de sorunlu krediler ikiye katlandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa