30 Temmuz 2009 00:00

Sınırları aşmaya çalışan sinema

Buralarda bilenler belki daha azdır ama Kürt filmleri, yabancı festivallerde, dünya izleyicisinin ilgisini çeken bir sinema oldu çoktan. Artık bizde de Kürt sinemasının bir kitabı var.

Paylaş

Buralarda bilenler belki daha azdır ama Kürt filmleri, yabancı festivallerde, dünya izleyicisinin ilgisini çeken bir sinema oldu çoktan. Artık bizde de Kürt sinemasının bir kitabı var. Kitabı hazırlayan Müjde Arslan, Kürt filmlerindeki sınır temasına dikkat çekiyor ve sinemanın sınırları nasıl aştığını anlatıyor.
Müjde Arslan, kendisi de genç bir sinemacı. Mardin’de doğmuş, biyoloji öğrenimi görmüş, bir süre gazetecilik yapmış. Üç kısa filmi var, belgesel filmi “Ölüm Elbisesi: Kumalık” (Kirasê Mirinê: Hewîtî), birçok festivalde gösterildi ve beğeni topladı. Arslan’ın editörlüğünde hazırlanan Kürt Sineması kitabında, Avrupa’nın, Kuzey Amerika’nın çeşitli üniversitelerinden ve Türkiye’den 19 yazarın makaleleri bulunuyor. “Kürt sineması, kültürler, diller ve başka ulus sinemaları arasında kaybolmuş bir sinema”. Müjde Arslan, Kürt sineması hakkında konuşmaya böyle başlıyor. Hazırladıkları kitabın esasını oluşturan da bu. “Bu yüzden Kürt sinemasının keskin hatları yok. Kürtlerin yaşadıkları bütün coğrafyalarda yapılan sinemadan söz edebiliyoruz ama Kürt sinemasının sınırlarını kesin olarak çizemiyoruz.” Arslan’ın dikkat çektiği önemli bir nokta, bu sınırsızlığın sadece Kürt sineması için geçerli olmayışı. 21’inci yüzyıl itibariyle bütün sinemalar, ortak yapımlarla bunu yaşıyor. Ulus sinemaları ise, eskisi gibi tanımlanamıyor. Ama yakın zamana kadar Kürt adının bile yasaklı olduğu koşulları düşünerek, “Henüz adı konmamış bir sinemaya” isim koymak, çalışmanın başlıca amaçlarından biri olmuş.
KİMLİĞİ, DİLİ...
Kürtlerin yaşadıkları bütün coğrafyalarda yoğun bir asimilasyon olduğu için, Kürt yönetmenlerin çoğu bu kimliklerinin farkına varmıyor ya da öne çıkarmıyor. Bu nedenle, Müjde Arslan, Kürt sinemasından söz etmek için yönetmenin bu kimliğiyle yaptığı filmleri esas almayı önemsiyor. Yönetmenin Kürt olmasının yanı sıra, Kürtçe’nin kullanılması, içeriğinde Kürtlerin yaşamını anlatması ya da dolaylı yoldan Kürtlerin hayatlarını etkileyen ilişkileri ele alması gibi unsurları dikkate almaya çalışmışlar.
Bu değerlendirmenin ardından, “Kürt sineması” başlığı altında toplanabilecek filmler ortaya çıkmış. “Peki bu Kürt sineması, ne anlatıyor” diye sorduğumuzda, Müjde Arslan kitabın adını işaret ediyor. Gözlerine çarpan başlıca üç temanın, Kürt sinemasının bugünkü karakterini oluşturduğunu düşünüyor: Yurtsuzluk, sınır ve ölüm. “Bütün filmlerde, benim gözlemlediğim, yönetmenler ortak bir dertten film üretimine geçiyorlar. Çokça bölünmüş bir halk ve bütün yönetmenler sınırsız bir dünyanın düşünü kuruyor. Bunun için, birçok filmin finalinde sınırı geçen bir kahraman görmemiz, tesadüf değil.” Yönetmeni Kürt olduğu halde, Kürt sinemasına dahil olmadığını düşündükleri filmler, yönetmenler var. Müjde Arslan, ilk başta Yılmaz Erdoğan, Mahsun Kırmızıgül örneklerini veriyor. “Bence onlar da bunu kabul etmezdi” diyor. “Türkiye sineması ne kadar Türkiyeli?” diye bir karşı soru soruyor Arslan. “Büyük çoğunluğu Hollywood sinemasının etkisi altında. ‘70’lerde yapılan ulusal sinema tartışmalarını hatırlayalım.”
BENZER HİKAYELER ANLATILIYOR
Aslında henüz çok renkli, çok yönlü bir sinemadan söz edilemeyeceğini düşünüyor Müjde Arslan. Birbirine benzer hikayeler, benzer trajediler, ölümler, katliamlar, göçler, baskılar, hep öne çıkıyor. Bunu, Kürt sinemacıların “Kürtler çok acı çekti ve birisi bunu anlatmalı” düşüncesinden yola çıkmalarına bağlıyor. Kürt sineması bir olgunlaşma yaşadıktan sonra yönetmenlerin daha çeşitli konulara değineceğini tahmin ediyor.
Tek yönlülük bunu kolaylaştırmasına karşın, ilk Kürt sineması kitabında belli başlı yönetmenler ve film değerlendirmeleri dışında, tematik incelemelere gidilmemiş. Kürt sinemasında mizah konusunun eksikliğini hatırlatıyoruz, Müjde Arslan sinemada masalların kullanımı, dengbejliğin etkisi, kadına bakış gibi başlıkları da kullanıp genişletilebileceğini ekliyor. “Amacımız, Kürt sineması nedir, ne değildir, nasıl incelenebilir, nasıl sistematize edilebilir, bunları göstermekti.” Böyle başlıklara eğilen değerlendirmelerin bundan sonra yapılmasını bekliyor.
NİTELİK-SEYİRCİ İKİLEMİ
Kitabın sunuşunda belirtildiğine göre, kimi yönetmenler, filmlerinin niteliği yetersiz bulunduğu için kapsama alınmamış. Oysa, yalnız sinemalarda gösterilen filmler değil, bölgede DVD için üretilen onlarca, yüzlerce film olduğunu biliyoruz. Irak’ın Kürdistan bölgesinde de aynı şey geçerli. Bunların, önemli sayıda izleyicisi olduğu halde, kitabın kapsamı dışında bırakılmasını soruyoruz Müjde Arslan’a.
“Kürt sinemasından da önce, sinema nedir, hangisi sinemadır, hangisi değildir meselesi üzerinde durduk. Yapılan her üretimi dahil etseydik, kendi duruşum açısından da sorun oluşturacaktı” diyor. Örneğini verdiğimiz türden filmlerin, sinemaya ve sinema seyircisine “zarar verdiği” görüşünde Arslan. “Daha çok televizyon seyircisine hitap eden filmler olabilir ama sinema bundan başka bir şeydir, sinemanın bir düşünsel altyapısı vardır” diye vurgu yapıyor. Onları izleyen seyircinin daha nitelikli filmlere yönelmediği, dolayısıyla edilgen kaldığı görüşünde.
Peki, uluslararası festivallerde ses getiren Kürt filmlerinin, Kürt izleyiciye ulaşmaması, bir çelişki değil mi? Arslan bu çelişkiyi önemsiyor. Kürt izleyicisinin henüz Kürt filmlerini izleyip onların seviyesini yükseltmesini bekleyecek bir bilinçte olmamasını bir olumsuzluk olarak görüyor. Kendi filmini kendi ailesine izletmekte bile zorlanmasını örnek veriyor. “Ama Kürtler film yapmaktan vazgeçmeyecek” diyor.
GELECEĞİ UMUT VERİYOR
“Kürt seyircisi, o kadar donanımlı değil, Kürt yönetmenleri de öyle” diyor Müjde Arslan. Ama gelecekten umutlu olmamak için bir neden yok. Arslan, birçok yerde yeni sinemaların açıldığını, Diyarbakır başta olmak üzere birçok kentte sinema atölyeleri kurulduğunu hatırlatıyor. “Onlar, önce kendilerini, sonra oradaki seyirciyi de eğitecekler” diyor.
2003 yılında Diyarbakır’da açılan Sinema Atölyesi’nin bölge için bir dönüm noktası olduğunu düşünüyor Arslan.
Bir başka dönüm noktası da 1995’te İstanbul’da Mezopotamya Kültür Merkezi’nde açılan Sinema Atölyesi. Kürt sinemasının izini sürmek için kitabın sonuna bir kronoloji eklenmiş.


GÜNEY, KÜRT YÖNETMEN Mİ?
Kürt Sineması kitabında da yer alan bir röportajında Yılmaz Güney, Sürü filminin “Kürt halkının tarihi” olduğunu söylüyor. Kitapta, Yılmaz Güney’in Kürt sinemasının ilk isimlerinden biri olduğu söyleniyor ve Güney öne çıkarılıyor. Bu nitelendirme itirazlara konu oldu. Müjde Arslan ise kendinden emin. Dünyada da özellikle Kürt sineması dediğinizde ilk akla gelen ismin Yılmaz Güney olduğunu hatırlatıyor Arslan. “Ondan sonra Bahman Ghobadi gelir” diyor. “Biz zorla Yılmaz Güney’i Kürt sinemasına dahil etmedik” diye ısrarla belirtiyor. “Ama onu Kürt sinemasıyla sınırlamıyorum” diyor Arslan. “Yılmaz Güney elbette Türkiye sinemasının da en önemli yönetmenidir.”


KÜRT-FİLİSTİN KARDEŞLİĞİ
“Kürt Sineması” kitabını yaparken, Hamid Dabaşi’nin yine aynı yayınevinden okurla buluşan Filistin Sineması kitabını örnek almışlar. “Bence” diyor Müjde Arslan, “Kürtlerle Filistinlilerin yaşadıkları sinemasal süreçler çok benziyor.” Edward Said, Filistin Sineması kitabının önsözünde, Filistinlilerin yaptığı bütün filmlerin dünyaya kendilerini görünür kılma çabalarının bir ürünü olduğunu hatırlatıyor. “Dolayısıyla” diyor Arslan, “Filistin filmleri, sinema olduğu kadar bir eylemdir. Onları görmezden gelen dünyaya seslenip kendilerini görünür kılarlar. Birkaç festivalden ödül alınca da insanların Filistin’e dikkatini çekmeyi başardılar.”
Filistinliler bu süreci 1970’lerde yaşadıysa, Kürtler de 2000’lerde yaşamaya başlamış. Arslan, Ghobadi Cannes’da Altın Kamera ödülünü aldığı zaman yaşanan bir değişim olduğunu düşünüyor. “Kürtler o zaman şunu anladı; dünya aslında Kürtlerin ne yaşadığını merak ediyor. Bugüne kadar da hiçbir iletişim aracı, onları yeteri kadar anlatmamış.” Birçok festivalde Kürt filmlerine bir kota ayrılmasını bunun bir göstergesi sayıyor Arslan.


‘TÜRK SİNEMASI’ NE OLA?
Dilimizdeki milliyetçi kavram karışıklığını da yeri gelmişken açmaya çalışıyoruz. Bu sohbette de sık sık “Türk sineması” sözü geçiyor ama “Türk sineması” derken çoğunlukla Türkiye sinemasını kastediyoruz aslında. Bu kavramları yerli yerine oturtmak, Kürt sinemasının da yerini anlamamızı kolaylaştırmayacak mı?
Müjde Arslan Türkiye sineması kavramının oturmasının, Türkiye içindeki halkların eşit yaşama koşullarıyla yaşamalarına da bağlı olduğunu düşünüyor.
Peki, Kürt sinemasının diğer sinemalarla ilişkileri ve kesişmeleri nasıl yaşanıyor? Kürt bir yönetmenin İran sinemasına ya da Türkiye sinemasına dahil olmasının, bu iki sinemaya katkısı ne?
“Benim buna kişisel bir yanıtım var” diyor Müjde Arslan. “Artık bu topraklarda yaşayan insanlar için, Anadolu, Mezopotamya, Ortadoğu’nun genelinde, bir ortaklaşmadan söz etmek daha doğru. Şunu inkar edemeyiz: Türkiye’de eğitim görmüş, sinemayı burada öğrenmiş bir yönetmen, isterse Kürt olsun, Kürt sineması yapsın, Türk kültüründen etkilenmiştir. Aynı zamanda Türk kültürünün de taşıyıcısıdır, mirasçısıdır. Kazım Öz bir Kürt yönetmendir ama yaptığı film Türkiye sinemasının da bir parçasıdır. Türkçe yapar filmlerini. O da Lütfi Akad’ın filmlerini izleyerek sinema öğrenmiştir. O da gittiği okullarda Türklerin aldığı eğitimin aynısını almıştır. Bir ortak kültürden söz edebiliriz.”
(İstanbul/EVRENSEL)
Çağdaş Günerbüyük
ÖNCEKİ HABER

Ortaya çıkan kamu zararı sorumlulardan tahsil edilmeli

SONRAKİ HABER

Aşk dolu dizeler parkta

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa