02 Ağustos 2009 00:00
OdisseUs ölülerle konuşurken
Kral Odisseus, Troya savaşı sonrası deniz yoluyla ülkesine dönerken, Tanrı Poseydonun hışmına uğradı. Poseydonun saldığı fırtına, onu savaş nedir bilmeyen Fayakların cennet adasına savurdu.
Kral Odisseus, Troya savaşı sonrası deniz yoluyla ülkesine dönerken, Tanrı Poseydonun hışmına uğradı. Poseydonun saldığı fırtına, onu savaş nedir bilmeyen Fayakların cennet adasına savurdu. Odisseus bu adanın güzel prensesine ve yöneticilerine; yolculuğu sırasında başından geçenleri, pek sıra gözetmeden anlatmaya başladı...
Bir keresinde mola vermek için Tanrıça Kirkenin ülkesinde konaklamışlardı. Kirke, dönüş yolunu tam öğrenmeleri için onları Ölüler Ülkesindeki Bilici Teyresyasın yanına göndermişti. Günışığının bile giremediği Ölüler Ülkesine ulaştıklarında; ölmüş dünyalıların gölgeleri, Odisseusun çevresini sarmışlardı hemen... Odisseus bunları uzun uzun anlattıktan sonra, Tiro adlı güzel mi güzel bir kızın kendisine söylediklerini aktardı... Tiro ırmak tanrısına aşık olmuş, onunla ırmak boyunda sevişmişlerdi... Gebe kalınca da kimselere birşey söyleyememiş... Daha sonra dünyaya gelen ikiz çocuklarını aşkla, güzel güzel yetiştirmiş.. Ne var ki ikisi de en güzel çağlarında, alınıp götürüldükleri bir savaştan geri dönmemişler... İşte onların acısına dayanaman dünyalar güzeli Tiro da, ağlaya ağlaya o Ölüler Ülkesine gelmiş...
Odisseus bu öyküden sonra konuşmak istemeyince, kendisini dinleyenler ille de yaşadıklarını daha da anlatmasını istediler. Bunun üzerine; Birsürü ölmüş ünlü kadın gördüm... Hepsinin ruhları birer gölge gibi geçiyordu önümden, diye yeniden başladı konuşmasına. Kraliçe Alkmeneyi gördüm. Kral Amfitriyonun ünlü karısı... Hani Kral Amfiyon, komşu ülkeyi talanlama savaşına gittiği günün gecesinde, Baştanrı Zeus girmişti güzel kraliçenin koynuna... Zeus o gece tanrı Helyosa üç gün güneşi gökyüzünde koşturmama buyruğunu vermişti. O yüzden güneşin yokluğunda ay, üç kez doğmuş üç kez batmıştı. Zeusla Alkmenin bu çok uzun süren gecesinin sonunda, o Ünlü Heraklese gebe kalmıştı... İşte o Güzel Alkmenenin ruhu yanıma geldi... Birşeyler söylemek istedi ama, hemen bir bulut parçasına dönüşüp o büyük boşluğa doğru savrula savrula gitti... Biraz daha ilerledim Ölüler Ülkesinde. Kral Tantalosu gördüm acılar içinde... Belki duymuşsunuzdur... Hani sarayına buyur ettiği Olimposlu tanrılara, kurban ettiği oğlu Pelopsun etini sunmuştu yemek olarak!... Tabii tanrılardan bir beklentisi vardı. Ne var ki tanrılar işin ayırdına varınca da onu hiç sonu gelmeyen bir cezaya çarptırmışlar; oğlu zavallı Pelopsu da yeniden yaşama döndürmüşlerdi. Ne var ki Tanrıça Demeter, tabağına konan Pelopsun omuz etinden bir parça yemişti yanlışlıkla. Neyse ki Demirci Tanrı Topal Hefaystos, yeniden yaşama döndürülen delikanlının omuz boşluğuna, fildişinden parlak bir ekleme yerleştirmişti... Evet, bir gölün içinde, hep ayakta duran Tantalosun ta çenesine kadar yükseliyordu su... Tam içmek için ağzını suya yanaştırınca da, bir damlasını bile içemeden su gerisin geri çekilmeye başlıyordu... Adam eğiliyor, habire eğiliyordu, ama su da gerisingeri habire çekiliyor, çekiliyordu. Artık kapkara bir çamur örtüsü kalıyordu ayaklarının altında... Ve adsız bir tanrı da, gölün tabanını tamtakır kurutuyordu hemen!...
Tantalosun çevresinde çeşit çeşit meyve ağaçları vardı. Bütün dallar silme meyve yüklüydü: incir, portakal, nar, tombul tombul elmalar... Meyve yüklü dallar, Tantalosun saçlarına dokunuyorlardı hafif hafif salınaraktan... Perişan ve yorgun Tantolos da tam ellerini uzatıp meyvelerden birini koparacağı anda, hırçın bir rüzgar, dalları tuttuğu gibi ta ötelere savurup atıyordu!....
Daha başkalarını da görmek istiyordum Ölüler Ülkesinde... Troyada ölüp buraya gelenlerin hepsi beni tanıyordu... Önlerinden geçerken birşeyler söylüyorlardı bana... Hepsini dinleyemezdim haliyle. Ama bir tek Ayas vardı bana küskün küskün bakan. İçime bir başka acı girdi onu görünce. Silahları çok seviyordu Ayas!. Habire önüne çıkan her Troyalıyı öldürüyordu... Tanrıça Tetisin oğlu Yunanlı Ahilleus, Troyalı Parisin okuyla, silaha en duyarlı yeri olan to-puğundan vurulup ölünce, onun tanrısal silahları bir sorun olmuştu. Anası tanrıça Tetis, bir koşu yarışı düzenlemiş; yarış sonunda ödül olarak Ahilleusun silahlarını bana vermişti... Bu olayı onuruna yediremeyen Ayas delirmiş, bir koyun sürüsünü silahlı askerler sanıp onlara saldırmıştı... Daha sonra da yere sapladığı bir kılıcın üstüne bütün ağırlığıya kendini bırakmış, canına kıymıştı! Gel buraya Ayas!, diye ünle-dim... O uğursuz silahları ve insan düşmanı savaşları hiç olmazsa burada unutalım... Hangimizin ocağını söndürmedi ki onlar! dedim. Gelip boynuma sarılmak ister gibi bana doğru yöneldi... Ama aniden çıkan azgın bir yel, onun ruhunu kaptığı gibi,Hadesin karanlıklarına doğru sürükleyip götürdü...
Odisseus bunları anlatırken, savaş nedir bilmeyen Fayakların yöneticileri, onu can kulağıyla dinliyorlardı....
Yaşar Atan - Zeus sunağı