26 Temmuz 2009 00:00

Olur mu insanın buçuğu, çeyreği?

Kardeş Türküler, diline yeni diller ekleyerek artık bir projeye sığmaz oldu anlaşılan. Önce Feryal Öney, ardından Vedat Yıldırım ve Fehmiye Çelik, Kardeş Türküler’in daha da derinleşmesi için başkaca projelere öncülük ettiler.

Paylaş

Kardeş Türküler, diline yeni diller ekleyerek artık bir projeye sığmaz oldu anlaşılan. Önce Feryal Öney, ardından Vedat Yıldırım ve Fehmiye Çelik, Kardeş Türküler’in daha da derinleşmesi için başkaca projelere öncülük ettiler. Fehmiye Çelik, bir nevi Kardeş Türküler’in batı yakasından sorumlu insanı. Yıllardır onun seslendirdiği Rumca, Romanca, Makedonca şarkıları dinledik. Şimdi ise bir başka BGST projesi olan Gayda İstanbul’un, “Balkanlardan gelen hep soğuk hava olmaz a!” albümü ile çıktı karşımıza Çelik.
“Neden proje deyip duruyor” bu adam diyor olabilirsiniz, fakat Kardeş Türküler bir müzik topluluğu değil, proje. Yani müzik yapan insanları değil müziği yapılan temel meseleyi esas alıyor.
Fehmiye Çelik göçmen bir aileden geliyor. Edebiyat okuyup, 12 sene öğretmenlik yaptıktan sonra şimdi hayatında sadece Kardeş projeler var. Müzik yapmanın yanı sıra BGST yayınlarında görev alıyor. Edebiyatçılığını, Gayda İstanbul’un albüm kapağına baktığınızda anlayacaksınız zaten. Çingeneleri, ağızlarından türkü yakacak kadar tanıyor. Fehmiye Çelik’le “buçuk” denilerek hor görülen; şenlendiricilikleri yanında büyük mağduriyetleri de yaşayan Çingeneleri konuştuk.

Hakkınızda Kardeş Türküler’de söylemeniz dışında bir şey bilmediğimden, bir tahminle başlayayım; göçmensiniz değil mi?
İzmit’te doğdum ama annem, babam ve abim 1957 yılında Yugoslavya’dan, Üsküp’ten gelmişler, şimdiki Makedonya yani. Önce İstanbul’a oradan İzmit’e geçmişler.
Çok göçmen var zaten değil mi o bölgede?
Karadenizliler çoktur aslında ama göçmen milleti de var; çoğu İzmir’e Bursa’ya gitmiş. Dolayısıyla o balkan kültürü içinde çocukluğum geçti. Arkamızda da Laz mahallesi var. İlk başlarda çok çatışma çıkmış. Yugoslavya’dan geldiğimiz için “bunlar gavurdur” şeklinde yaklaşanlar olmuş.

Onlar sanki İzmit’in Lazı…
İşte, ne varsa… Kültürler ayrıksı gelmiş, dolayısıyla önce bir kültür çatışması olmuş. Onlar kadın erkek ayrı eğlence yapıyorlar, biz hep birlikte yapıyoruz falan… Ama zaman içinde o kadar yakınlaşma olmuş ki şimdi bizim düğünlerde Makedon oyunları oynuyorlar. Artık iç içe olma durumu oldu.

Müzikle tanışmanız nasıl oldu?
‘90 yılında Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü’nü kazandım. Folklor kulübünün koro çalışmaları vardı. Macar halk şarkıları, dünya folku, Anadolu pop rock söylüyorduk.

Müzikal arayışlarınızın siyasal iklimle bir ilişkisi vardı tabii, değil mi?
Biraz Kardeş Türküler tarihi gibi olacak ama; ‘90’lı yılların kimlik siyaseti, savaş ortamı çok ciddi boyuttaydı. Ermeni-Azeri çatışması var, Kürt-Türk çatışması var… Biz halklar arasında yaratılan bu gerilim karşısında kültür sanatla uğraşan öğrenciler olarak araştırıyoruz, müzikler dinliyoruz… Ermenice plaklar buluyoruz, enteresan geliyor, duyduklarımızı deşifre ediyoruz. Bilmiyoruz, bir Ermeni arkadaşımız da yok çevremizde… Toplumsal barış adına sahneden sözümüzü söylemek istedik. ‘93’te Türkçe, Kürtçe, Azerice, Ermenice şarkılar söyledik ve adına da Kardeş Türküler dedik. Bu iş o kadar büyüdü o kadar büyüdü ki, diller çeşitlendi, mezuniyetlerimiz oldu, biz mezuniyetten sonra BGST çatısı altında devam etmek niyetinde olduk, albümler çıkmaya başladı ve bugünlere gelindi.

Mezuniyetten bu yana profesyonel olarak müzik yapmıyorsunuz değil mi? Öğretmenlik de yaptınız...
Evet, 12 sene yaptım, en çok Darüşşafaka’da.

Öğretmenlikle birlikte zor oluyordur, yine iyi götürmüşsünüz 12 sene…
Önceleri tabii o projelerin içine katkı sunan biriyken sonra proje öncüğü gibi roller üstlenince sıkıştırmaya başladı. Son iki yıldır yapmıyorum ama çok sevdim öğretmenliği.
HEDEFİMİZ BÜTÜN BALKANLARI
KUCAKLAMAK
Kardeş Türküler çok sevilen ve takip edilen bir projeyken bununla yetinmediniz, özellikle siz, Vedat Yıldırım ve Feryal Öney başka projelere de yöneldiniz. Nasıl gelişti bu süreç?
Kardeş Türküler kültürel çoğulculuğu destekleyen, bu coğrafyanın halkları üzerine çalışmalar yürüten bir proje; Balkan halkları da Pomaklar, Boşnaklar, Arnavutlar, Makedonya göçmenleri, Romanlar… Bunlar da çok kültürlü coğrafyanın bir parçası. Kardeş Türküler konserinde ya da albümünde sadece iki şarkı söyleyebilirsin, bunun için derinleşmek istedik. Feryal; Türkmen, Yörük kültürü üzerine bir çalışma yaptı orada derinleşti, Vedat; Kürt müziği üzerine derinleşmek istiyor, Bajar albümünü hazırladılar yeni. Ben de köken itibariyle Balkan müziğine yöneldim. Arkadaşların, özellikle Kardeş Türküler’in bas gitaristi Ayhan Akkaya’nın çok büyük desteği oldu Gayda İstanbul projesinde. Yaklaşık 2-3 yıllık bir süreç Gayda İstanbul; üç Roman arkadaşımız da Gayda İstanbul projesinde yer aldılar.

Gaydası tamam da İstanbul niye?
Hepimiz bir yerlerden göçüp İstanbul’a gelmişiz. Senelerdir bu kentin havasını soluyoruz…

İsini pisini…
Evet, her şeyini çekiyoruz, sonra İstanbul Balkanlara da uzak değil.

Balkan projesi ama şarkıların çok büyük kısmı Roman...
Evet, bu albüm öyle oldu. Projede üç roman arkadaşımız olunca biraz Roman müziğinin içine girmek istedik. Aslında hedefimiz hepsini kucaklamak. Hâlâ eğitim sürecindeyiz, çünkü çok zengin bir coğrafya çok zengin bir müzik, binlerce yıllık tarihi var. Çok farklı formlar, üsluplar, tavırlar var.

Eğitim süreci derken…
Roman mahallelerine girme, bu kültürlere biraz daha yakından tanıklık etme ihtiyacı hissediyoruz. Sulukule’ye, Kağıthane’ye, Dolapdere’ye…

Sadece müzik yapmak değil herhalde kaygı?
Hayır değil. Oradaki toplumsal, gündelik yaşamlar nasıl, ne tür sorunlarla karşı karşıyalar, şenlikleri nasıldır, acıları nasıldır… Biraz işin içine girince çarpıcı mağduriyetliklerle karşılaştık. Günlerce etkisinden çıkamadığım söyleşiler yaptık. Teneke mahallelerde yaşayan, çöplerden kağıt, plastik, şişe toplayan kadınlar -inanılmaz çevreci de bir faaliyet- tek tek toplayıp çuvallara ayırıyorlar. O eller çatal çatal o kadınlarda. 7 yaşından beri yapıyor bu işi 47 yaşında, 40 yıldır. Her gün sabaha karşı dört buçukta evden çıkıyorlar, çünkü çöpler altıya doğru toplanıyor, toplanmadan şehri kolaçan etmeleri gerekiyor. Sokaklar kar, buz… Hırsızı, sarhoşu…
Acayip hayatlar, hem de yanı başımızda İstanbul’da... Mağduriyetlerin yanında ayrımcılığa da uğruyorlar, çingene olduklarından. Oysa bu bir kültür; dilleriyle, yaşantılarıyla… Kimsenin bu kültürü aşağılamaya, hor görmeye hakkı yok.

En alttakiler yani…
İki tane bakış var; ya turistik bakış; “aa ne şeker insanlar, vur patlasın, çal oynasın” ya da ırkçı bakış; “bunlar hırsızdır, arsızdır, uğursuzdur”. Yaşadıkları mahalleleri gördüğünüzde…gerçekten en alttakiler yani… Hayatta kalmaya, var olmaya çalışıyorlar. Bir düşmanlıkları da yok; “bize bir fenalık etmesinler, bizi kendi halimize bıraksınlar, biz yaşarız” diyorlar.

BİR DE ACIKLI ŞEYLER SÖYLERSEK…
Onların dünyasından, hatta dillerinden şarkı yazmak çok enteresan değil mi; nasıl becerdiniz bu işi?
Mesela bu tanıklıklardan “Buçuk” diye bir şarkı çıktı. 72 buçuk derler ya… Biz de dedik ki “olur mu insanın buçuğu çeyreği?” Sonra “Çiçekçi” şarkısı çıktı. “Çiçek satarım çiçek, ömür böyle geçecek/ vefasız İstanbul günahımı çekecek” diye. Çingenecelerinde de Tevfik Çekiç yardımcı oldu. Ana dili Romanca, 27-28 albüm yapmış Balıkesirli bir müzisyen. Torunu da Gayda İstanbul’un kemancısı. “Kudur”, “Ka Merau” gibi bilinen şarkılara da eklemeler yaptık. Zaten gelenek durduğu yerde duran bir şey değil, onu bugüne taşımak, bizde uyandırdığı şeyleri katmak, ekleme yapmak… Bunlardan çekinmedik. Roman müziği de buna çok müsait.

‘Protest’ bir roman şarkısı da var albümde. Bum Bum…
Onu özellikle yaptık. Roman şarkılarına baktığımız zaman; ablanı istecem, ablanla evlenecem, oyna bana, salla bana falan gibi sözler olur ya… Bu sözleri kesinlikle aşağılamıyorum, sonuçta geleneğin içinden gelmiş sözler. Fakat enteresandır; bu insanlar bunca acı, göç, fukaralık yaşıyor ama acılarını kesinlikle şarkılarında dile getirmiyorlar. Tevfik’in bütün albümlerinin sözleri böyle mesela. Neden abi, diye soruyoruz, “Bunca acının içinde bir de acıklı şeyler söylersek biteriz” diyor. Acıya, hüzne coşkuyla yanıt vermek gibi anlayışları var. Daha isyankar, daha talepkar, muhalif, savaş karşıtı bir Çingene şarkısı yaptık. Hem Çingeneler de ölmüyor mu savaşlarda?

Albüm kapağında sanki bir Çingene kadının ağzından yazılmış sözler var. ‘Düzen altüst olur diye mi korkarsın? Ne bilirsin ki, belki düzenin altı, üstünden daha iyicedir!’ Roman ağzı, Roman zekası var burada…
Ben yazdım onları, o empati çok önemli. Çünkü onlar gündelik konuşma dilini şarkılarına taşıyorlar, hatta biraz argoya bandırarak yapıyorlar bunu. Onun için steril steril cümlelerle, temiz İstanbul Türkçesiyle anlatılamaz. Çok argo kullanamadım belki ama gündelik konuşma dilini taşımaya çalıştım.
‘EVDE YAŞAYAN ÖLÜR’
Herkesin üzerinde anlaştığı bir şeydir Çingenelerin müzikal yetenekleri, bunun nedeni nedir sizce?
Bilmiyorum, fakat gerçekten çok yetenekliler. Arabeskin kurucularından sayılan Vedat Yıldırımbora “Dünyada iki üstün ırk var ama her ikisi de aşağılanıyor; Zenciler ve Çingeneler” demişti.
Çok yetenekliler, belki de hayat koşullarından; bir Roman avukat, Roman doktor, Roman milletvekili çok zor bizim toplumumuzda. Onların da belki de göğüslerini gere gere yer alabilecekleri bir alan müzisyenlik. Müzisyen Romanlara asil Roman gözüyle bakıyorlar. Hüsnü Şenlendirici mesela, onlar için inanılmaz gurur verici, bir de “Romanım” diyor çünkü. Roman gençler acayip özeniyor ona.

Balkanlar bizim kültürümüzün bir parçasıyken, balkan şarkılarıyla düğünler yapıyorken, Balkan müziğinin ülkemizde bu kadar revaçta olmasının nedeni Goran Bregoviç. Bu çok acayip değil mi?
Evet çok acıklı, ben çok üzülüyorum. Üstelik kimler var Balkan müziğinde, hangi icracılar var bilmiyoruz, o bölgeyi tanımıyoruz. TRT repertuvarındaki Rumeli türkülerini, Atatürk’ün sevdiği türküleri falan biliyoruz. Ama bu değil ki sadece.

Sulukule’de Romanlar evlerinden oldular, peki biz Sulukule’nin yıkılmasıyla ne kaybettik?
Valla en başta insanlığımızdan kaybettik. Çok ciddi mağduriyetler yaşatıldı o insanlara, bugün dümdüz olmuş durumda. İnsanlar feryat ettiler “bizi buradan atmayın, binlerce yıldır buralarda yaşıyoruz” diye. Çok ciddi rant pazarlıkları döndü. Taşoluk denen bir yere sürüldüler, apartmanlara. Onlar apartmanlarda yaşayamıyorlar ki; onlar bahçede, sokakta yaşayan insanlar. Bir roman atasözü var mesela; “evde yaşayan ölür” diyor. Ev çünkü ölmek içindir, hayat sokaktadır. Böyle insanları sen apartmana sokuyorsun. Gitmedi zaten çoğu Taşoluk’a, neredeler, nereye girdiler kim bilir. Mutlaka daha büyük bir sefaletin pençesine düştüler ya da illegal işlere girdiler. Bu iş mutlaka bir yerden patlayacak. f
Devrim Büyükacaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Filistinli kadın işçiler hakları için dava açtı

SONRAKİ HABER

Biz böyle bir yasak görmedik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...