06 Ağustos 2009 00:00

MERCEK

Radikalden İsmet Berkan, hükümetin “Kürt açılımı” ve “Açılım için çalıştay” manevralarına yönelik eleştirileri, “Bardağı boş tarafından gören” kötümserlik olarak niteledi.

Paylaş

Radikalden İsmet Berkan, hükümetin “Kürt açılımı” ve “Açılım için çalıştay” manevralarına yönelik eleştirileri, “Bardağı boş tarafından gören” kötümserlik olarak niteledi. Berkan, “Kürt sorunu gibi bir konuda, çözümün demokratik hakların genişletilmesinde olduğunu söyleyen bir hükümet yetkilisine mutlaka iyimser yaklaşmak gerektiğine inanıyorum” diyor. Berkan ve diğer birçok yazar ve politikacıya göre, hükümet, “Bir ‘eşitlik’ sorunu olduğunu görmüş”tür ve sorunu “Demokratik hakların genişletilmesiyle” çözecektir!
Sorun iyimser ya da kötümser olmakla ilgili değil. Buna rağmen, Kürt sorunu bağlantısında hükümet politikalarının “iyimserlik” etkeni olabilmesi için dahi öncelikle devlet yetkililerinin sorun üzerine açıklamalarına değil, sorunun “çözümü” için açıkladıkları politikanın içeriğine; bu politikanın Kürtlerin taleplerini merkezine alıp almadığına bakmak gerekir. Açıklanan ise, “Sorunun demokratikleşme ile çözüleceği”nden öte bir şey değildir.
“Demokratikleşme”ye evet, Türkiye’nin ihtiyacı vardır. Antidemokratik siyasal sistem son bulmalıdır. Tüm milliyetlerden Türkiye emekçilerinin tüm temel özgürlükleri engelsiz tanınmalı, yasal-Anayasal sistem bu temelde ve halkın çıkarları esas alınarak yeniden oluşturulmalıdır. Kürt sorununun sistemin koşullarında olabildiği kadarıyla çözümü ise her şeyden önce siyasi karakterdeki ulusal hak eşitliğinin tanınmasıyla mümkün olacaktır. Bunun için, devletin 86 yıllık Kürt politikasını Kürtlerin taleplerini karşılayacak şekilde değiştirmesi gerekmektedir.
Peki öngörülen bu mudur? Bunu siyasal gericiliğin temsilcilerinin, baskı ve sömürünün temsilcilerinin, üzerlerinde halkın mücadelesinin yaratacağı baskı olmaksızın yapmaları mümkün müdür? Hayır olan bu değil ve bu konuda egemen sınıflarla politik askeri temsilcilerine asla güven duyulamaz.
Ancak, olanlar da vardır! Kürtleri tank, top, tüfek zoru ve işkenceyle Türkleştirmenin mümkün olmadığı evet, çok büyük acılar ve tahribatlar pahasına açıklık kazanmıştır. Son 25 yıllık süreçte yaşananlar bu politikanın çözümsüzlüğünü daha net olarak göstermiş; bunu devletin “Burnu Kaf dağı’ndaki” yöneticileri de görmüşlerdir. Görmüşlerdir ki, imha ve inkar politikası, “üniter devlet” ve “bölünmez bütünlük”(!) politikalarını berhava etmektedir.
“Kırmızı çizgiler” yenilenmiş; TRT Şeş yayına başlamış, Üniversitelerin bazılarında Kürt dili-edebiyatı bölümlerinin açılması için hazırlıklara başlanmış, Kürtçe isimlere yönelik baskı ve yasakların kaldırılacağı açıklanmıştır.
Bunlar, devlet politikası sağından solundan dökülürken ortaya çıkan yararlılıklardır. Bu kadarı bile, en bağnaz çevrelerin, en şoven politikaların etkisindeki Türk kökenli emekçinin “Aslında Kürt de, Kürtçe de varmış, devlet ve hükümet yöneticileriyle onlarla birlikte çalışan basın-yayın organları bugüne kadar bizi aldatmışlar” diye düşünmelerine hizmet edecektir.
Ancak sorun bu “sınırlar”ın çok ötesine genişleyen toplumsal-siyasal bir sorundur. Ve “devlet” adına ilan edilmiş yeni kırmızı çizgi, Kürtlerin ulusal taleplerinin “Topluluğun kolektif hakları” düzeyinde karşılanamayacağını ve bireysel kültürel hak düzeyinde de “Anayasal güvence konusu edilemeyeceğini” bildirmektedir! “İkinci kimlikler ancak ikincil kültürel kimlik şeklinde bireysel seviyede yaşanabilir, geliştirilebilir ve korunabilir. Bunu kültürel bir zenginlik olarak görüyoruz. Bireysel özgürlüklerin sınırının, azınlık veya grup hakları ile kesişmesine, yeni azınlıklar ve üst-kimlikler yaratılmasına izin veremeyiz. “ denilmekte; “İkincil kültürel kimliklerin anayasal ve yasal çerçevede tanınması -ki grup hakkı olarak tanınması- anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, ulus-devlet yapısı içinde bu mümkün değildir.” diye ilan edilmektedir. AKP hükümetinin “Kürt açılımı” ve sözüm ona bunun için hazırlık yönünde başlattığı “çalıştaylar”ın bu “kırmızı çizgi” ötesine geçeceğini gösterecek herhangi veri ortada yoktur. Kürtçenin toplumsal yaşamın her alanında ve kısıtsız olarak kullanılması istemine dahi karşı çıkılmaktadır. “Demokratikleşme ile sorunun çözüleceği”ni açıklayan devlet kurumlarının demokrasiye tahammülleri olmadığı gibi, demokratikleşme yönünde atılmış bir tek ciddi adımları da söz konusu değildir. Başbakan devletin silahlı güçlerini “demokrasinin teminatı” ilan etmiştir. TSK, “iç tüzük emri” diyerek kendini zaten “korucu ve kollayıcı güç” olarak görmekte ve bu “hakkı”nı saklı tutmaktadır. Polis, sokak terörü estirerek, üniversitelerde harç soygunlarına direnen öğrencilere bile saldırarak nasıl bir “teminat” olduğunu göstermektedir. Hükümetin, “açılım” ve “çalıştay” manevraları etrafındaki oyalamalarının ne kadar süreceği ve ardından örneğin bazı sosyal-iktisadi ek gerekçelerle daha amansız bir saldırganlığın gelmeyeceğini kimse garanti edemez.
Bütün bunlara rağmen, isteyen yine de iyimser olmaya devam edebilir.
A. Cihan Soylu
ÖNCEKİ HABER

‘Halkların kardeşliği için 1 Eylül’e’

SONRAKİ HABER

Bakanlık hakim ve savcıları dinletmiş

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...