07 Ağustos 2009 00:00
BASIN TURU
Birinci Dünya Savaşı 95 yıl önce bu ay başladı. 64 yıl önce bu hafta, İkinci Dünya Savaşının bitiminin sinyalini veren Japonyanın iki kentine karşı nükleer saldırı düzenlendi.
Birinci Dünya Savaşı 95 yıl önce bu ay başladı. 64 yıl önce bu hafta, İkinci Dünya Savaşının bitiminin sinyalini veren Japonyanın iki kentine karşı nükleer saldırı düzenlendi. Birinci savaş, Avrupanın küresel hegemonyasını yıktı, ikincisi ABD ve Sovyetler Birliğinin süper güçler dönemini başlattı.
Bu iki süper güç de, otoritesini savaştan kazandı. Yoldaş Stalinin olağanüstü dehasının önderliğinde Sovyetler, neredeyse tek başına faşizmin karanlık güçlerini alt üst etti. ABDye göre, Sovyetler, Lend-Lease ( tarafından, , , , ve ülkelere 1941 ile 1945 yılları arasında savaş malzemesi destek programına verilen addır) olmadan başaramazdı. Sovyetler, Avrupanın yarısını esir alarak ve kuşatarak ABDnin cömertliğini geri ödedi. Böylece Soğuk Savaş başladı.
1990da Sovyetlerin dağılışı, geride tek süper güç bıraktı. Tarihin sonunu müjdelemeye kararlı ABD, kendini tekrar imparatorluk ilan etti. Bu yeni hiper güç, kendini ABDliler ve bütün insanlığı korumaya kurban ederken sık sık iyi savaş mitine demirledi.
Hayırsever bir küresel hegemonya kurma yolunda ABD İmparatorluğu, adım adım dünyadaki her yere karışma ve müdahale etme hakkı olduğunu iddia etti. Clinton dönemi boyunca müdahale gerekçesi, Hırvatistan, Bosna ve Kosovadan çıkan İnsan haklarını savunma doktriniydi. Bu düşünceyi savunma, ikinci dünya savaşı hikayesine geri dönmeydi. Gerçekte Hitlerin Son Çözüm terörü, savaşın sonuna kadar adam akıllı anlaşılmadı ve Nazilerin Yahudi işkencesi, hiçbir zaman modern gerekçelerle biçimlenmedi. İngiltere, soykırımdan sağ kalan Yahudileri Filistin mandasına gönderme çabasıyla onlara kamplar kurarken, ABD Yahudi mültecileri kabul etmedi. Yani müttefikler, Yahudilerin soylarının tükenmesini önlemek için savaşmadı.
Yeni emperyalistler, başka bir hikaye anlattı. 1993te ABD hükümeti, Washingtonda Soykırım Anıtı Müzesi kurdu ve soykırımla ve müttefik savaşıyla ilgili algıyı destekledi. Yani, Sırpları Nazi, Bosna ve Hırvatistandaki iç savaşları da soykırım ve saldırı olarak gösteren ağır bir propaganda kampanyası yürüttü. 1999da NATO, Kosova Savaşını ve Sırbistan işgalini başlattı. İmparator Bush ve işbirlikçileri, ABDyi öncelikli ülke olarak tanımladı. 11 Eylül saldırısını, Bush Pearl Harborla karşılaştırdı ve İkinci Dünya Savaşındaki rakipleriyle hiç bitmeyecek bir savaş başlattı. Clinton, Balkanlarda ne yaptıysa Bush, dünyada onu yapmayı planladı. Büyük hayaller, büyük hatalar doğurur. Bushun muazzam hatası, Irak işgalindeki bir yılda açık hale geldi. ABDli askerler, kurtarıcılar olarak görünüp çiçeklerle değil ama kanlı ve yıkıcı bir direnişle karşılandı. Ortadoğu biçimini değiştirmedi.
Seçim döneminde Obama, Bushun yadsınması olarak göründü ve Clintonizme bir geri dönüş olduğu çok çabuk açığa çıktı. Iraktan ayrılmaya çalışırken Afganistana daha fazla yerleşti. Bu arada, oldukça gergin olan imparatorluğun finansal temelleri, 2008in sonunda parçalandı, 1930lardan beri görünmeyen bir ekonomik çöküş yaşandı. 1914 yazında Avusturya Macaristanın Sırbistan ve Almanya paranoyası, onları Rusyayla birlikte kazanabileceklerini düşündükleri bir savaşa sürükledi. Sonuç, sadece Avusturya- Macaristan ve Almanya için değil, bütün savaş kurbanları için bir felaketti. Bir nesil sonra, başka bir savaş, Avrupanın dünyanın merkez gücü olmasını sonlandırdı ve bütün insanlığı sonlandırabilecek nükleer hayaletin tasmasını çıkardı. Bir hafta sonra ABDnin atom bombası, Hiroşima ve Nagazakiyi yok etti; Japonya imparatoru radyodan halkına seslendi: Düşman, şimdi bir çok yaşamı yok edecek ve hesapsız yıkımlar yaratacak yeni ve güçlü bir silaha sahip. Savaşmaya devam etmemeliyiz, sadece Japon ulusunun değil, bütün insan neslinin sonlanmasını önlemek için.
Japonya, ikinci dünya savaşını bitiren barış talebinde bulundu. Savaşın ABD ve Sovyet imparatorluklarına verdiği yasallık temeli, kurudu. Sovyetler Birliği, 20 yıldır yok ve eğer ABD hayatta kalmaya devam etme niyetindeyse kendi imparatorluğuyla da savaşmalı. Ama tarihten öğrendiğimiz bir şey varsa o da, dünyayı yönetme amacındakiler için zarif bir yenilgiden daha sert bir şeyin olmadığıdır.
5 Ağustos 2009
Nebojsa Malic