07 Ağustos 2009 00:00
BAŞYAZI
İyi şeyler olacak diye başlatılan sürecin geldiği en ileri nokta; Erdoğanın DTP ile görüşmüş olmasıdır.
İyi şeyler olacak diye başlatılan sürecin geldiği en ileri nokta; Erdoğanın DTP ile görüşmüş olmasıdır.
Gerçi Erdoğan Başbakan değil AKP Genel Başkanı olarak görüştüm dese de; bunun bir saptırma olduğu herkes tarafından teslim edilmiştir. Yine herkes, bu tutumuyla Erdoğanın, AKP propagandacılarının göstermek istediği kadar cesur bir politikacı olamadığında hemfikir olmuştur. Çünkü, Erdoğan bu tavrıyla, muhalefetin ve devletin çeşitli odaklarının kendisine yönelteceği eleştiriden korktuğu için; DTP ile Başbakan değil AKP Genel Başkanı olarak görüştüm demektedir.
Nitekim CHP ve MHP; hükümetin bu en geriden tutma girişimlerine karşı bile; Aslında PKK ile görüştü, DTP ile görüşme ile PKK ile görüşme arasında fark yoktur çizgisine çekilerek; milliyetçi tepkiyi kucaklamaya, oradan güç biriktirmeye yönelmişlerdir.
Aslında hükümetin, DTP ile görüşmede gösterdiği iki adım ileri bir adım geri tutumu Kürt açılımının her konusunda sürmekte; Hükümet, üslup ve yöntem üzerine bolca laf söylenip umut körüklenmesine karşın, sorunun özüne, Kürtlerin hangi taleplerini karşılamaya hazır olunduğuna, çözüm için hangi adımların atılacağına dair hiç bir şey söylememektedir. Bu da bir görüşme tarzı, hatta bir erdem olarak savunulmaktadır.
Oysa yakın ve uzak tarih göstermektedir ki; egemenlerin gücü diplomasinin ya da önemli politikaların kapalı kapılar arkasında kotarılmasından, halkın bu politikaların oluşmasına katılmaktan dışlanmasından gelmektedir. Bu yüzdendir ki; içerde konuşulanların dışarıda kamuoyu, halk karşısında söylenmemesi, egemenlerin bir tarzıdır ve bunu reddetmeliyiz. Hele Kürt sorunu gibi, asıl olarak Türk ve Kürt kökenli halkın yaralarını sarıp acılarını azaltmak, yeni bir kader birliği için kaynaşmasının belirleyici önemde olduğu bir sorunda kapılar arkasında yapılan görüşmelerin orada kalması tarzının; sadece egemenlerin elini güçlendireceğini şimdiden bilmek gerekir. Onun içindir ki; eğer bir yöntem ve üsluptan söz edeceksek, bunun birinci şartı; haydi zamane liberallerinin pek hoşlandığı bir kavramla söyleyelim; görüşmelerin şeffaf olması; kim ne diyorsa, kim ne istiyorsa onun açıkça söylenip konuşulması ve ortak bir karara varılmasıdır!
Kimin barış, kimin savaş istediği, kimin kardeşlik kimin kavga ve kan istediği, kimin birlik kimin ayrışmak istediği herkes tarafından görülecektir.
Bu yüzden de sorun hızla kapalı kapılar arkasından çıkarılarak; halk yığınları içinde tartışılır hale getirilmelidir. Aksi halde, süreç hem provokasyonlara açık hale gelecek, hem de halkın bilinç değişimi için gereken etkiyi yaratamayacaktır.
Elbette burada hükümetten ve onun yandaş basınından sorunun halk içinde her yönüyle açıkça tartışılmasına bir katkı bekleyemeyiz.
Burada sorumluluğun, Kürt sorununun demokratik çözümü için yıllardır mücadele veren; imza toplayan, çeşitli eylemler ve gösterilerle sorunu gündemde tutan aydınlar ve demokrasi mücadelesi veren parti ve çevrelere düştüğü apaçıktır. Aksi halde; bugün de sorunun çözümünden çok mücadeleci Kürt odaklarını tasfiye etmeyi amaçlayan (hükümet ve arkasındaki güçler) güçlere yedeklenilmiş olur. Dahası Kürt sorununun çözümüyle demokrasi mücadelesinin bağının koparılarak, basit düzenlemelere indirgenme tehlikesini de güçlendirecektir.
Tabii burada en önemli handikaplardan birisi de sendikaların ve emek örgütlerinin büyük çoğunluğunun Kürt sorununun çözümüne dair girişimlerden kendilerini azade tutmaya devam etmesidir. Herkesin, her çevrenin görüş söylediği, TÜSİADın DTP ile görüştüğü bir zamanda sendikaların bu önemli sorunun, kendilerini ilgilendiriyor görmemeleri elbette kabul edilemezdir.
Süreç; asıl olarak da sorunun yığınlar arasında tartışılması; sendikalar ve emek örgütlerinin sürece müdahale etmesine geniş imkanlar sunması bakımından da son derece önem kazanmıştır. Bu imkan kullanılmazsa sorunu sermaye güçleri kendi çıkarlarına nasıl geliyorsa öyle çözeceklerdir.
İHSAN ÇARALAN