09 Ağustos 2009 00:00

ÖZGÜRLÜK

Yurtsever, içeriği birilerince tanımlanmış, öğretilmiş ve dayatılmış bir toplumsal değer olarak kabullenilir. Yurtseverliğin ölçütünü ölümle birimleştiren ‘düşünce’ beni irkiltir. Üzerinde yaşadığı topraklar uğruna, öncelik sırası önemli değil, öldürmek ya da ölmek…Yurtseverlikle ölüm arasında böylesine doğrudan ilişki kuruldu mu, insan yaşamının uzaması, belki ölümsüzlüğe ulaşılması için yapılan bilimsel çalışmalar anlamını yitirir.

Paylaş

Yurtsever, içeriği birilerince tanımlanmış, öğretilmiş ve dayatılmış bir toplumsal değer olarak kabullenilir. Yurtseverliğin ölçütünü ölümle birimleştiren ‘düşünce’ beni irkiltir. Üzerinde yaşadığı topraklar uğruna, öncelik sırası önemli değil, öldürmek ya da ölmek…Yurtseverlikle ölüm arasında böylesine doğrudan ilişki kuruldu mu, insan yaşamının uzaması, belki ölümsüzlüğe ulaşılması için yapılan bilimsel çalışmalar anlamını yitirir.
Düşünürüm, derim ki kendime, yurtseverlik toplumsal yaşamda insanın yerleştiği, yaşadığı topraklara bağlılığını ifade eden duygunun toplumsal değer yargısına dönüşmesidir; ölüm ise insanın doğallığına bağlı olarak anlam kazanan bir kavramdır. Bizler kalkar da, yurtseverliğe ölümle anlam kazandırmaya çalışırsak, aslında ölümü doğallığından arındırır, toplumsallaştırmış oluruz. Yurtseverliğe anlam kazandıran ölüm toplumsal yaşamda ödül ya da ceza olur çıkar. Ödül ya da ceza, ölüm toplumsallaşmaya görsün, kamusallaşır, iktidar gücünün meşruiyet alanına girer. Yurdunu kurtarmak için öldür; yurduna göz dikeni cezalandırırsın. Yurdunu kurtarmak uğruna öl; şehit olur ödüllendirilirsin.
Ölmeden ya da öldürmeden yurtsever olunmaz mı ?
Bu soruyu kendime sorup, ölümle yurtseverlik arasındaki sarsılmaz, sorgulanmaz sanılan ilişkiyi kopartıp attığımda ölümü toplumsallaştırıp yüceltenlerle ya da cezalandırma aracı olarak kullananlarla aramdaki derin ayrılığı görür, bunun ilkel olup olmama farkı diye değerlendiririm.
Derim ki kendime, rektör olmuş ama Kıbrıs konusunda sorgulanmadan, tartışılmadan kabul edilmesi gerektiğine inanmamızı istediği devlet politikası uğruna 135 bin şehit vermek gerekse bile bu politikanın uygulanmasını savunuyor. Ve bunu da yurtseverlik diye tanımlıyor. Kendisi dışında 135 bin kişi ölümle ödüllendirilecek, yeter ki tabu politika değişmesin.
Aynı kişi bu kez, katiller diye tanımladığı kişilerle birlikte yargılanmaktansa idama mahkum edilmeyi yeğlediğini duyurmuş kamuoyuna. Türkiye’de ölüm cezasının kaldırılmasının üstünden yıllar geçtiğini, hukuk sistemimizde ölümün artık ceza olarak kullanılmadığını bilmiyor olamaz. Ceza olarak ölüm, hukuk sistemimizden kaldırılmış ama o düşüncesinden atamamış. Ölürse yurtseverliği kanıtlanmış olacak!
Bir başkası, yıllar boyu sayısız insanın ölümle cezalandırılmalarının sorumlusu olmuş, şimdi halk onun yargılanması yönünde oy kullanırsa intihar edeceğini beyan etmiş. Ölüm onun da düşüncesinden, ruhuna ödül ya da ceza olarak sinmiş.
Şöyle bir düşünüyorum, örnek olarak söz ettiğim iki kişi de bir zamanlar iktidar gücüne sahip olmuş kişiler. Her ikisi de ölümü kamusallaştırmışlar, gücün güç ölçütü olarak kullanmışlar, kullanıyorlar. Ve onlar kendilerini yurtsever diye tanımlıyorlar.
Oysa, diyorum yine kendime, ölüm ne bir ödüldür ne bir cezadır. Örnek olarak söz ettiğim iki kişinin de öldürülmesi ya da ölmesi gerekmiyor. Hatta yargılanmaları bile gerekmeyebilir. Çıksınlar halk önüne, geçmişleriyle yüzleşsinler. Yurtseverliklerini halk sorgulasın, halk tartışsın. Artık ellerinde iktidar gücü yok; silsinler ruhlarından ölümü kutsamayı.
Ölmeden, öldürmeden nasıl yurtsever olunur sorusunun yanıtı ölüme boyun eğmemenin, ölüme meydan okumanın önündeki dayatılmış engelleri yıkacaktır.
Ölüme boyun eğenler yaşarken ölmüş olanlardır.
YÜCEL SAYMAN
ÖNCEKİ HABER

Kriz her şeyi değiştiriyor

SONRAKİ HABER

Felaket kararı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa