21 Ağustos 2009 00:00

DURUM

Bugünkü yazımı bana gönderilen bir mailde yer alan düşüncelere ayırmak istiyorum. Sorun özel değil; genel bir sorun olduğu ve bugün yaygın olarak tartışıldığı için sanırım bu gerekli ve zorunlu.

Paylaş

Bugünkü yazımı bana gönderilen bir mailde yer alan düşüncelere ayırmak istiyorum. Sorun özel değil; genel bir sorun olduğu ve bugün yaygın olarak tartışıldığı için sanırım bu gerekli ve zorunlu. Çünkü bu mailde ifade edilen düşünceler, solun namuslu diyebileceğimiz kesimlerinde oldukça etkili ve pek çok insan, bu düşüncelerin doğru olduğuna içtenlikle inanıyor. Bana mail gönderen arkadaş da belli ki ülkenin toplumsal mücadeleleri içinde yer almış, düzen ve devletin hışmına uğramış. O zaman bu düşünceler görmezden gelinmemeyi daha fazla hak ediyor.
İlk eleştiri şu: “Hükümetin, ekonomik kriz ve siyasi kriz ile yolsuzlukları örtbas etmek için yarattığı bir yapay gündemdir yaşadığımız süreç. Konuyla ilgili birinci tespitim şudur; sorunun adını koymak gerekiyorsa, Kürt sorunu değil, demokrasi sorunudur!” Bana maili gönderen arkadaşın ilk tespiti ve eleştirisi bu. Ekonomik kriz, siyasi kriz, yolsuzluklar gibi büyük siyasi, ekonomik ve toplumsal olaylar gibi, ulusal sorunlar da son derece ciddiye alınması gereken sorunlardır. Bunlar yapay olarak yaratılamazlar, toplumda bir kökenleri ve kaynakları olması gerekir. Sorun bazen kendisini, bir ulusal kurtuluş mücadelesi biçiminde -yer yer içine terörde karışabilir- ve ayrılma talebi ile; bazen hak eşitliğinin sağlanması, siyasi demokrasinin kurulması ve eşit ve birlikte yaşam biçiminde gösterebilir vb.
Ülkedeki sorunun adını bu nedenle doğru koymak gerekir. Bunun adı Kürt sorunudur ve sizin de belirttiğiniz gibi “demokrasi sorunu”; yani ülkede siyasi demokrasinin olmaması, işçi ve emekçi halkın tüm mücadelesine karşın, iş birlikçi egemen sınıflardan siyasi demokrasiyi koparıp alamaması, bu sorunu -Kürt sorunu- daha ağırlaştırmış, çözümsüzlüğe sürüklemiş, son yıllarda yaşanan ağır olayları gündeme getirmiştir. Ülkede söz, basın, örgütlenme, dil ve mezhepler üzerinde ağır baskılar olmasaydı, kuşkusuz Kürt sorunu da başka bir biçimde gündeme gelebilir, daha hafif bir fatura ile çözüme kavuşturulabilirdi.
İkinci tespit ise şu: “Cumhuriyet olarak özeleştirimizi yapıp, eksiklikleri tamamlamak ve yanlışlıklardan dönmemiz lazımdır. İnsan hakları temelinde olmak üzere, anadilde konuşma ve öğrenme hakkı ile düşünceyi ifade edebilme özgürlüğü garanti altına alınmalıdır. O yöredeki herkese anadil olan Kürtçe ile resmi dil Türkçe öğretilmelidir.” AKP Hükümeti’nin demokrasi ve dil konusunda ne kadar adım atacağını henüz bilmiyoruz. Ama dil konusunda sizin ifade ettiğiniz çerçevede bir “çözüm” bulmaları olanaklıdır. Aslında pek çok çevrenin de bu “çerçeve”ye ciddi bir itirazları bulunmuyor. Onlar “Anadilde eğitim olmaz, ama Kürtçe öğretilebilir” diyorlar. Bu yanlıştır. Kürtler kendi anadillerinde eğitim ve öğretim yapabilmeli, Türkçeyi de öğrenmeliler; bu ülkenin her tarafında, -sadece Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde değil- bütün ülkede geçerli olmalıdır. Ülkenin “etnik ve ulusal” kültürlere göre değil, coğrafi bütünlüğe göre çözüm bulmasının temel koşullarından birisi budur. Bu aynı zamanda, Kürtlerin fırsat eşitliğinden yararlanmasının yolunu da açar. Ulusal sorunlarda dil sorunu kilit bir sorundur ve dillerin tam hak eşitliği sağlanmalıdır. Yani kamusal alanda da Kürtçe, kabul edilen, kullanılan ve saygı gören bir dil olmalıdır.
Bir diğer tespit ise şu: “Geçmişte olan Kürt isyanlarına bakarsak, İngiliz emperyalizminin desteğini görürüz. Şimdi ise İngiliz emperyalizminin yerini ABD emperyalizmi almıştır. Yani anlayış aynı ama patron değişmiştir.” Yani bugünkü sorunun kaynağını emperyalizme bağlayan bir anlayış. Bir ülkede bu tür sorunlar varsa, emperyalist büyük devletlerin bunları kendi çıkarları için kullanma, halkları birbirine kırdırma, birbiri üzeride bekçi tayin etme vb. manevraları da olacaktır ve olmaktadır. ABD’nin ya da diğer bir emperyalist ülkenin ya da AB gibi birliklerin, Türkiye’nin statükosuna yönelik değişen politikaları oldu; bugün ve gelecekte de olacak.
Bu büyük devletlerin “Türkiye’nin birliğini destekledikleri dönemde” bu nasıl ki bir emperyalist politika ise “Bugün bölgede size daha fazla ihtiyacımız var, bu sorunu biraz hafifletin” demeleri de aynı emperyalist politikanın bütünlüğü içinde değerlendirilmelidir. Bu gerici emperyalist müdahalelere kapıyı kapatmanın tek yolu, ülkenin kendi sorunlarını çözme iradesine sahip olmasıdır. Bir ülke ve halk kendi içerisinde bu sorunu çözemezse, dışarıdan yapılacak müdahalelere ve karışmalara kapıları ardına kadar açıyor demektir. AKP ve daha önceki hükümetler, Kürt sorununa ilişkin bu emperyalist ülkelere danıştılar, onların “çözümlerini” dinlediler, önerilerini uyguladılar. Her emperyalist devletin Kürt sorununa ilişkin bir “çözümü” var ama bu ülkenin yönetiminin, halkının -kuşkusuz halkın çözümü ile yönetimlerin çözümü farklıdır ve farklı olmak zorundadır- kendi ülkesinin bu temel sorunu için bir çözümü yok! Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Dünyada bugün emperyalizmin karışmadığı bir sorun yoktur ve olamaz da! Sorun bağımsızlıkçı, demokratik ve halkçı çözümler için mücadele edebilmekte düğümlenmektedir.
Konuyla direkt bağlantısı olmayan ama ülkenin diğer temel sorunları ile ilgili tespitler ise şunlar: “Ergenekon Terör Örgütü iddiası adı altında, gerçek derin devlet üyeleriyle birlikte AKP karşıtı, bölücülük ve gericiliğe hizmet etmeyen muhalif öğretim üyeleri ile gazeteciler de içeri alındı. Susurluk artıklarına sözümüz yok ama diğerlerine ne demeli? İran örneğini unutmasın kimse. TUDEH, Humeynicilerle iş birliği yapıp şahın devrilmesinde önemli rol oynadı ama Humeyniciler önce onları yok etti!” Kafa karışıklığının sürdüğü diğer bir alan da burası; Ergenekon davası gerçek bir kontrgerilla davasına doğru genişletilmelidir. İşçi ve emekçi halkın talebi budur. Onlar bütün gerçeklerin açığa çıkarılmasını talep etmektedir. Eğer halk gerçekten demokrasiyi ve özgürlükleri elde edecek bir mücadele verebilirse, bu olanaklıdır. O zaman size, bize işkence yapanlar da yargılanabilecektir. Meydan AKP Hükümeti’ne ve gerici cepheye bırakılırsa, ah vah etmenin, yakınmanın bir kıymet-i harbiyesi olmaz.
İşçi ve emekçi halkın bu hükümete, genel olarak iş birlikçi egemen sınıflara yönelik muhalefeti açık, meşru, gücünü haklılığından alan bir mücadele ile yürütülmektedir. İşçi ve emekçi halkın muhalefetinin, komplo kurmalarla, kuytularda, karanlıklarda darbe tezgahlama peşinde koşanlarla, provokasyon tertip edenlerle ortak bir noktası bulunmamaktadır. Muhalefet vardır, “muhalefet” vardır, bunlar iyi ayırt edilmelidir. Laiklik meseleleri bu ülkenin ilericilerinin, solcularının kafasının oldukça karışık olduğu ve bu nedenle de çoğu durumda devlet ve düzenin statükocu güçlerine yedeklendikleri bir meseledir. Bu statükocu güçler, Kürt sorununda emperyalizm derler, ulusalcılık derler -ama iliklerine kadar uşaktırlar, altları biraz kazandığında ise faşisttirler-; laiklik sorunlarında bir korkuluk gibi şeriat yaygarası koparırlar, gerekirse “sivil uzantılarını vb.” devreye sokarlar, işçi ve emekçi halkı bölerler, tepesinde saltanat sürerler. Bu ülkenin solcularının, gerçekten bağımsızlıkçı ve demokrasi yanlısı güçlerin, bu sorunlarda kafa karışıklığından, egemen sınıf kliklerinin birine yedeklenmekten kurtulması; kendi yolunu bulması gerekiyor.
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

GERÇEK

SONRAKİ HABER

Ramazan geldi ama pazara kimse uğramadı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...