25 Ağustos 2009 00:00

Teslim olmayalım da Halil’im, aman kurşun saçalım...

Bodrum’da diskoda gençler dans ediyorlar. Hoparlörlerden çıkan sesler her yeri kaplıyor:Gidelim gidelim de Halil’im Çökertme’ye varalım/Kolcular geliyor Halil’im nerelere kaçalım/Teslim olmayalım da Halil’im aman kurşun saçalım...

Paylaş

Bodrum’da diskoda gençler dans ediyorlar. Hoparlörlerden çıkan sesler her yeri kaplıyor:
Gidelim gidelim de Halil’im Çökertme’ye varalım/Kolcular geliyor Halil’im nerelere kaçalım/Teslim olmayalım da Halil’im aman kurşun saçalım...
Tütün Rejisi’ne tütün satmayıp, İstanköy’de sattıran Bodrum çiftçilerine kaçakçılık yaparak yardımcı olan Halil Efe’nin hikayesi idi bu türkü. Kolcular tarafından acımasızca öldürülüşü üzerine bu türkü yakılmıştı.
Kaç kişi bu türkünün anlamını merak etmiştir. Tarihimizi ve türkülerimizi bilmeyenler, emperyalizmin çok hoşlanacağı yeni senaryolar yazıyorlar. Bunlardan biri de Zaman gazetesinde 12 Temmuz 2009’da Düyun-u Umumiye’yi öven yazı idi. Kısaca yazılanları hatırlayalım:
“Sultan II. Abdülhamid, ödenmesinde güçlük çekilen borçların tasfiyesini yine kendi kanunlarımız dairesinde çözmek üzere Düyun-u Umumiye’nin kurulmasına razı olmuştu.
…Düyun-u Umumiye İdaresi’nin her türlü icraatı, mutlak olarak aleyhimize işlemiştir diye bir şey yok. Mesela bütçemizin tanzimini ve disipline edilmesini sağladığı, maliyemizin akılcılaşmasına olumlu katkıda bulunduğu nedense gözlerden kaçırılır.”
Düyun-u Umumi genel borçlar anlamına gelir. Yabancı ülkelerin gelirlerimize el koyması demektir. Bir anlamda “ben yiyemedim, gel sen ye” diye anlaşılmalıdır. Bu yabancı yönetimin idaresine tütünlerimiz de verilir ve Tütün Rejisi denilen kuruluş ortaya çıkar.
Tütün Rejisi’ni gelin Selim Somçağ’dan dinleyelim: “En önemli gelir kaynağı olan tütün vergisinin tahsili için bir süre sonra Düyun-u Umumiye’ye bağlı bir Tütün Rejisi kuruldu ve üreticinin tütününü rejiye satması şart koşuldu. Reji, Türk köylüsünden tütünü uluslararası piyasa fiyatının dörtte birine satın alıp yüksek fiyatla ihraç ediyordu. Bu şekilde olay tütün vergisine el konmasından çıkıp, resmen Türkiye’nin tütün mahsulüne el koymaya dönüştü. Köylünün kendi tüketimi için bir balya tütün ayırması dahi kaçakçılık sayıldı. Reji kendi özel güvenlik örgütünü kurdu. Tütün kolcusu denen bu kişiler, atının terkisinde bir balya tütünle gördükleri bir köylüyü vurma yetkisine sahiptiler. Nitekim Batı Anadolu’da ve Canik vilayetinde sayısız köylü, kolcular tarafından öldürüldü.” (Selim Somçağ, IMF’nin İflas Planı: Yeni Düyun-u Umumiye, Cumhuriyet Bilim ve Teknik Eki, 26 Ekim 2002, http://www.selimsomcag.org/tr/articles.asp?ID=55)
42 yıl süren reji idaresi boyunca kaçakçı, kolcu ve zabıtadan ölenlerinin sayısının 20 bin kadar olduğu ileri sürülür. 26 Şubat 1925’te Tütün Rejisi lağvedildi. 1 Mart 1925’te Tütün Rejisi Fransızlardan devletçe satın alındı ve tüm hak ve yükümlülükleri devlete devredildi. TEKEL ortaya çıktı.
Şimdi ise TEKEL’i de götürüp yabancı şirketlere teslim ettik. Emperyalizm tekrar öne geçti. Ama maç devam ediyor.


Türkiye’de barış süreci ve Süryaniler
Süryaniler, Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Ortadoğu’nun en eski topluluklarından birisidir. Dünyadaki ilk Hristiyan topluluklar arasında yer alan Süryaniler (Mezopotamya), Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde büyük bir tarihi miras yaratmışlardır.
Süryaniler, Selçuklular döneminden Türkiye Cumhuriyeti dönemine ve bugüne kadar en barışçı (üniter yapı içerisinde devletine bağlı) halklar arasında yer almışlardır. T.C.’nin kuruluşunun temel antlaşması olan Lozan Barış Antlaşması’na göre hakları güvence altına alınan gayrimüslim azınlıklarla ilgili maddeler somut, fakat azınlıklar hakkında soyut bir tanımlama olduğu için Süryaniler, antlaşmada yer alan gayrimüslim azınlıklar tanımlamasının dışında tutularak öngörülen hiçbir imkandan yararlanamadılar.
Süryaniler, Türkiye içerisinde gayrimüslim ve ayrı etnik kimliğe sahip olmalarına rağmen herhangi bir anayasal güvenceye sahip değiller. Bu yüzden dünyadaki en eski dillerden biri olan Süryanice dili, aslında yasak durumuna düşmüş oluyor. Çok eski bir kültüre sahip olan Süryaniler, dinsel ve kültürel haklardan mahrum kalıyorlar.
Herkesin insan haysiyetinden kaynaklanan evrensel hak ve hürriyetlere sahip olduğu inancıyla hareket eden, her türlü ayrımcılığı reddeden, farklılıklarımızı kültürel zenginliğimizin kaynağı olarak gören bir eşitlik anlayışına sahip olan biz Süryaniler, insan haklarına, uluslararası hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir ülkede, eşit Türkiyeli vatandaş olarak yaşamak istiyoruz.
Dost bölge haklarıyla insanlık tarihinin gelişiminden bu yana aynı coğrafyada yaşayan bizler diyoruz ki, bu ülkede demokrasi olacaksa Türkiye’deki bütün halkları, azınlıkları, kesimleri de kapsamalıdır.
Türkiye’de demokratikleşme ve açılım süreci bağlamında, bu topraklarda yaşayan biz Süryaniler, görüş ve önerilerimizi kamuoyu ile paylaşma gereği duyuyoruz.
1923 Lozan Antlaşması ve Kopenhag Kriterleri gereği azınlıklara, barış ve güven ortamı içinde yaşamanın şartları ise şu şekilde sıralanabilir:
* Süryani kimliliğinin tanınması ve Türkiyelilik üst kimliği çatısı altında tüm kimliklerin yeni sivil bir anayasa ile güvenceye kavuşturulmasını istiyoruz.
* Süryani dili ve kültürü önündeki engellerin kaldırılması, anadilde eğitim hakkı tanınması, bölgede ve metropollerde Süryanilerin talebi durumunda Türkçenin yanında Süryanicenin ve diğer dillerin kabul edilmesi ve bunun yanı sıra diğer azınlıkların kültürel haklarına saygı gösterilmesini istiyoruz.
* Düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü temelinde serbest siyaset ve örgütlenme hakkının tanınması, anayasa ve yasalarda başta cins ayrımcılığı olmak üzere, tüm toplumsal eşitsizliklerin kaldırılmasını istiyoruz.
* Yukarı Mezopotamya’daki Süryanilerin mirası olan tarihi eserlerin korunmasını istiyoruz.
* Bir toplumsal uzlaşma projesiyle iki toplumun karşılıklı birbirlerini barış ve dostluğu tesis etmek amacıyla, diasporadan geri dönüşlerin güvence altına alınmasını istiyoruz.
* Günümüzden geçmişe kadar uzanan yaraları sarmak için önümüzdeki süreçte Türkiye’nin tarihi geçmişiyle hesaplaşması için kapıların açık tutulmasını ve Türkiye’de hoşgörü kültürünün geliştirilmesini istiyoruz.
* Toplumsal uzlaşmanın önündeki en önemli engellerden biri olan köy koruculuğu sisteminin lağvedilmesi ve Süryani halkının köylerine geri dönüşü için sosyal ve ekonomik projelerin gerçekleştirilmesi, mülk edinme hakkının önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
* Morgabriel davasında hukuk devletine yakışır bir biçimde, manastırın ve manastırda yaşayanların gerçek sahibi olduğu toprakların bir an evvel kendilerine verilmesini istiyoruz.
* Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin dinler arası eşitlik ilkesinden yola çıkarak, camilere ve cemevlerine sağlanan maddi ve manevi kolaylıkların kiliselere de sağlanmasını istiyoruz (Çünkü her Türk vatandaşı gibi Süryaniler de vergi vermektedir).
* Basın yayın her dilde özgürce yapılmalı, engelleyici zorlayıcı şartlar konulmamalı. TRT yayını içerisinde her gün veya haftada birkaç gün en az bir iki saat Süryani kültürü hakkında yayın yapılmasını istiyoruz.
* Gayrimüslim vatandaşlara yönelik dışlayıcı açık ve gizli uygulamaların hemen kaldırılması, iyi niyet göstergesi mahiyetinde bazı atamaların yapılması, her Süryani vatandaşın kamu hizmetlerinde (askeri, güvenlik, yargı teşkilatı gibi) görev alma hakkına sahip olmasını istiyoruz.
* Yukarıdaki maddelerin gerçekleşmesine paralel olarak diasporada yaşayan, vatandaşlıktan çıkarılan ve ülkeye dönüşü engelleyen yasaların lağvedilerek, her iki tarafın belirleyeceği bir takvim dahilinde, yasal demokratik toplumsal yaşama katılım sürecinin başlatılmasını istiyoruz.
Sorunun muhatabı tarafların Türkiye’nin ulusal ve uluslararası çıkarları temelinde geçekleştirecekleri barış ve dostluk antlaşması sayesinde acıların ve diasporadaki özlemlerin son bulması, Türkiye’nin özlediği barış, huzur ve de azınlıkların dostça yaşam ortamını sağlayabiliriz.
TAYFUN ÖZKAYA - Prof. Dr., EÜ Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi
ÖNCEKİ HABER

Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi ‘Adalet ve Özgürlük Müzesi’ olsun!

SONRAKİ HABER

Tunceli’de 285 okulun kaderi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa