29 Ağustos 2009 00:00
Evet, emeklinin sendikası olur
Evrensel gazetesinin 26 Ağustos tarihli sayısının 2. sayfasında okur mektubu köşesinde Emeklinin sendikası olur mu? başlığıyla yayınlanan mektubun yazarı M. Kamil Bal, daha yazısının başında insanın çalışmasının nedenlerini sayarken birçok nedenin yanında yaşlılıkta daha rahat bir yaşam ve sosyal güvenlik sağlamayı da saymaktadır.
Sendika eğer, insanın amaçladığı veya yaşamakta olduğu çağın gereği olan yaşam standardına ulaşmasının aracı ise bu aracı kullanan çalışanların örgütlü bir güç olarak, işverenlerin veya devletin karşısına çıkıp emeklerini daha iyi bir gelir ve sosyal haklarla kiralama pazarlığı yapmalarına olanak sağlıyor ise bu aracı neden emekliler kullanmasınlar? Bakın Sosyal Haklar Avrupa Komitesi bir kararında; Sendikanın öznesi çalışanlardır. Ancak, çalışanlar deyince sadece fiili olarak işyerlerinde çalışanları anlayamazsınız. Çünkü emekliler de, geçmişte çalışıp emek sarf eden ve bugün geçmişte sarf ettikleri emeklerinin karşılığı olarak kendilerine ödenen ücret ve sağlanan sosyal haklarla yaşayan insanlardırlar, dolayısıyla çalışmaya dayalı hakları kullananlardır. Bu nedenle sendika kurma ve üye olma hakkına sahiptirler demektedir. Buradan anlaşılması gereken, emeklilerin çalışanlar oldukları, dolayısıyla da sendika hakkına sahip olduklarıdır. Sadece bu bile, sendikayı sadece çalışanların kullanabileceği bir araç olarak görmenin yanlışlığını ortaya koymaya yeter.
Geçmişte emek sarf eden ve bugün o emeklerinin karşılığı olarak kendilerine devlet tarafından verilen aylıklarla yaşayan emeklilerin aldıkları aylıklar ve kendilerine sağlanan sosyal güvenlik hakları, devlet, yani sistem tarafından belirlenmektedir.
Emekliler, çalışma dönemlerinde harcadıkları emeklerinin karşılığı kendilerine verilen aylıklar ve sağlanan sosyal haklarla yaşadıklarına göre onları işçi sınıfının dışında görmek ve Sizin durduracağınız iş, greve çıkacağınız işyeriniz yok; bu nedenle sendika kuramazsınız demek, olsa olsa kapitalizmin toplumun emekçi katmanlarını birbirinden koparma politikasına hizmet eder. Bu düşünce, sendikanın aynı zamanda toplumsal bir baskı aracı olduğunu reddeden, sığ bir düşüncedir.
Sendika hakkını sadece grev yapmakla sınırlı görenlere soruyoruz: Bugün 2822 sayılı Toplu Sözleşme Grev Ve Lokavt Kanununda birçok işkolunda grev yasağı vardır. Yine Kamu Çalışanları Sendikaları Kanunu 4688 sayılı Kanunda, kamu çalışanlarına toplusözleşme ve grev hakkı tanınmamıştır. O zaman bunlar sendika değiller mi? Elbette sendikadırlar ve bu yasal eksikliklere rağmen, iki yasaya göre kurulmuş olan sendikal örgütler bugün ülkemizde mücadelelerini sürdürüyorlar. Çünkü, geçmiş deneyimler göstermiştir ki, Türkiye gibi ülkelerde yasalar fiili mücadelelerden sonra yapılıyor. O zaman fiili ve meşru mücadeleyi reddetmek, kendisine sosyalistim diyen hiçbir kimsenin düşüneceği bir şey değildir.
1950li ve 60lı yıllarda işçiler sendika hakkına kavuşmak için yıllarca mücadele ettiler, direnişler örgütlediler; Saraçhane mitingi, Kavel ve sungurlar direnişleri bunlara örnektir. Yine kazanılan sendika hakkını yok etmeye çalışan sermaye iktidarının bu politikasına karşı Türkiye işçi sınıfının DİSKin öncülüğünde gerçekleştirdiği şanlı 15-16 Haziran direnişi, 1980li yılların sonunda kamu çalışanlarının başlattığı sendikalaşma mücadelesini kırmak isteyen sistem uygulayıcıları, Memurun sendikası mı olur? diyerek, yıllarca kamu çalışanlarını engellemeye çalıştılar. Kamu çalışanları sürgünlere uğradı, coplandı; gaz bombalarına, tazyikli suya maruz kaldı. Ancak kamu çalışanları, insan olmaktan dolayı doğuştan kazandıkları bir hak olan ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası belgelerde ifade edilen sendika hakkını kullanma iradesiyle bunların hepsini göze alarak, mücadelelerine devam ettiler. Bütün bu örnekler, fiili ve meşru mücadelenin gerekliliğini ve zorunluluğunu ortaya koymuyor mu?
Bir kere sendika hakkının temel insan haklarından olduğunu kabul etmek gerekir. Böyle olduğu içindir ki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 23üncü maddesinin 4. fıkrasında Herkese tanınmıştır.
Garip olan ise yazar yazısında ülkemiz de emeklilerin birçok sorununu sayıyor, ancak bu sorunların çözümü konusunda neler yapılabileceğine değinmiyor. Biz bu sorunların ancak sendika çatısı altında birleşmekle çözüleceğine inanıyoruz. Bu inançladır ki, zorlu bir mücadeleyi göze aldık. Bunu yaparken de hiçbir kişiden veya makamdan icazet beklemedik. Çünkü verdiğimiz mücadele, fiili ve meşru mücadeledir, tartışmasız meşruiyetimizi de buradan alıyoruz. Biz, hükümetler tarafından kabul edilmeyi beklemek yerine kendimizi kabul ettirmenin mücadelesini veriyoruz. Aksi; köşemizde oturup, hükümetlerce verilene razı olarak boyun eğmek anlamına gelir. Hükümetin bugüne kadar bizi taraf almamış olmasını, mücadelemizle aşacağımıza ve sonunda uluslararası belgelerin tanıdığı hakkımızı kazanacağımıza inanıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki, hak verilmez alınır. Bu şiarla hakkımızı söke söke almak için yola çıktık.
Bir kere ne DİSK ne de bağlı sendikalar bugüne kadar hiçbir zaman biz siyaset üstüyüz demediler. Ancak bizim temel ilkelerimizden biri devletten, sermayeden ve siyasi partilerden bağımsız olmaktır. Bunun anlamı, siyasi partilerin arka veya ön bahçesi olmadan yola devam etmektir. Bilmiyorsanız öğrenin, biz hiçbir zaman kendimizi emeğin dışında görmedik, her zaman emekten yana siyaset yaptığımızı ifade ettik. Kaldı ki, sendikaya üye olmak, sendikal mücadelenin içinde yer almak, siyaset yapmaya engel değildir. Aksine; ikisi birbirinin tamamlayıcısıdır. Bütün bunları yok sayarak Herkes gitsin kendisine yakın siyasi partide siyaset yapsın demek, burjuva partilerinin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildir. Çünkü bugünkü toplum yapısına baktığımızda, kimlerin nerede siyaset yapacağını görmek için kahin olmaya gerek yoktur diye düşünüyoruz.
Emekli-Sen Genel Başkanı Veli Beysülen (Ankara)
Evrensel'i Takip Et