23 Ağustos 2009 00:00
Küçük Ayası da gördüm
Kral Odisseus, Troya savaşı sonrası deniz yoluyla ülkesine dönerken, tanrı Poseydonun hışmına uğradı. Ve bir fırtına onu, savaş nedir bilmeyen Fayakların cennet adasına savurdu. Odisseus bu adanın güzel prensesine, yolculuğu sırasında başından geçenleri, pek sıra gözetmeden anlatmaya başladı...
Kral Odisseus, Troya savaşı sonrası deniz yoluyla ülkesine dönerken, tanrı Poseydonun hışmına uğradı. Ve bir fırtına onu, savaş nedir bilmeyen Fayakların cennet adasına savurdu. Odisseus bu adanın güzel prensesine, yolculuğu sırasında başından geçenleri, pek sıra gözetmeden anlatmaya başladı...Odisseusun anlattığına göre mola vermek için ülkesine uğradıkları tanrıça Kirke, dönüş yolunu tam öğrenmeleri için onları tanrı Hadesle tanrıça Persefonenin yönettiği Ölüler Ülkesindeki bilici Teyresyasın yanına göndermişti. Odisseus oraya ulaştığında, ölmüş dünyalıların gölgeleri sarmıştı hemen çevresini. Babası Sisifosu bir kayayı tepeye doğru yuvarlarken görmüştü... Bu arada daha önce gördüğü Büyük Ayastan hiç ayrılmayan Küçük Ayasın gölgesiyle de karşılaşmıştı. Onu hiç sevmemesine karşın, onun dillere destan öyküsünü de anlattı güzel Nausikaaya ve öteki dinleyenlere...Troya savaşına katılan Küçük Ayasın, aslında Telamonun oğlu Büyük Ayasla hiçbir akrabalığı yoktu. Yalnızca bir zamanlar ikisinin de güzel Helenayla evlenmek isteyen adaylardan olmaları ve aynı adı taşımaları dışında onları birleştiren bir bağ yoktu... Bir zamanlar Güzel Helenayı isteyen adaylar arasında kavga çıkınca; Güzel Helenayı özgür bırakalım. Kiminle evlenirse evlensin, ama başına bir şey gelirse bütün talipler olarak onun namusunu temizlemek için birlikte hareket edelim şeklinde bir anlaşma yapmışlardı aralarında...Kral Menelaosu eş seçip evlendikten üç-beş yıl sonra da prens Paris, Helenayı sözde Troyaya kaçırınca, Başkral Agamemnon, Baştanrı Zeusla birkaç kez konuştu hemen. Baştanrı Zeus da Troyaya namus temizleme savaşı açmasını buyurdu ona. Haliyle kral Küçük Ayas da söz konusu anlaşma uyarınca, kırk gemisi ve en seçme askerleriyle bu savaşa katıldı. Savaş sırasında nasıl Büyük Ayas olağanüstü gücü ve boyu posuyla ün kazandıysa, ok atmada ve koşu yarışlarında da Küçük Ayas öyle ün kazandı. Ve bu iki Ayas, savaş alanında hep bir arada olurlar, güçlerini aynı hedefte bütünleştirirlerdi. O yüzden Homeros;Küçük Ayas hiç ama hiç,Ayrılamazdı Telamon oğlu Büyük Ayastan.Yeni sürülen tarlada şarap rengi iki öküz nasıl,Gönüldeş olur da çekerlerse birlikte sabanı;Boynuzlarının kökünden bol bol ter dökerekten...İşte iki Ayaslar da öyleydi,Yalnız cilalı boyunduruk ayırırdı onları birbirinden... diye tanımlıyordu onları...Savaş sırasında hangi birlik zor duruma düşerse, hemen onun yardımına koşarlardı apar topar... Troyalı Hektor teke tek dövüşte Ahilleusun can dostu Patroklosu öldürünce, haliyle Troyalılar, onun hem silahlarına hem ölüsüne el koydular. Ne var ki Ayasların olağanüstü direnişleri karşısında, Patroklosun yalnızca silahlarını alıp götürebildiler; ama ölüsünü geri vermek zorunda kaldılar... Bu ikili birbirleriyle buncasına uyumluluğuna karşın, kişilik yönünden farklıydılar; zaten o yüzden de yazgıları çok değişik oldu... Küçük Ayas tam anlamıyla bir savaşçıydı; savaşın ötesinde bir şey göremez ve düşünemezdi, kabaydı. Gücüne güvenerek kendisini tanrılardan ve de insanlardan üstün sayardı. İnsani değerlere önem vermezdi...Troya düştüğünde ve ateşe verildiğinde, Başkral Agamemnonu bile beklemeden talana başlayanların en önündeydi... Derlediği hazinelerin yanında, köle olacak güzel kızları-kadınları da bir bir devşirip gemilerine dolduruyordu askerleriyle... Bir ara can havliyle kaçan kral Priyamosun bilici kızı prenses güzel Kasandranın ardına düştü ve uzun bir koşudan sonra onu tanrıça Atenanın tapınağında yakaladı... Umarsız kalan Kasandra, Atenanın heykeline sımsıkı sarıldı. Oncasına güçlü Ayas, onu zorlukla mermer heykelden sıyırıp kendine çekebildi! Ve hemen orada da, tanrıça Atenanın heykeli önünde, işkence ederekten onu kirletti... Tanrıça Atenanın mermer heykeli bu olaydan öylesine utandı ve üzüldü ki, başını öte tarafa çevirmek zorunda kaldı!..Tanrıça Atena, Küçük Ayasın bu densizliğine çok içerledi. Bu arada Yunanistanlı askerler de onu taş yağmuruna tutup linç etmeye kalktılar... Ama Küçük Ayas, son anda toparlayabildiği askerleri ve gemileriyle hemen denize açıldı... Ama tanrıça Atena da bırakmadı peşini! Ege Denizinde yıldırımlarla kasırgalar kopartıp bütün askerleriyle birlikte onun gemilerini batırdı... Ama denizler tanrısı Poseydonun yardımıyla Ayas, tek başına sahile çıkıp yeniden canını kurtardı!.. Ne var ki bu çok gururlu Ayas, tanrılardan ve de insanlardan hiçbir yardım görmeksizin kendini kurtardığını söyledi bağıra bağıra... Bunu duyan tanrı Poseydon da çok öfkelendi haliyle. Elindeki üç dişli yabayla, yüksek bir dağdan kopardığı dev kayaları denize fırlataraktan delicesine dalgalandırdı suları. Bu dalgalar da Küçük Ayası, dönüşü olmayan uzaklıklara savurup parçaladı...Ne var ki Küçük Ayasın halkı da, kralın günahlarının bedelini ödemek zorunda kaldı uzun süre. Çünkü tanrılar, onun ülkesi Lokrise hem kuraklık hem de veba hastalığı saldılar... Ayrıca Lokrislilere de, Troyadaki Atena tapınağında kurban edilmek üzere, her yıl iki bakir kız gönderme cezası verdiler...
Yaşar Atan
Yaşar Atan