31 Ağustos 2009 00:00
Mahalle sakini mi, işçi sınıfı mı? (2)
Mahalle sakininin günlük hayatını yeniden ürettiği ortam, mahallesi değil onun işyeridir. (Tam da burada somut duruma denk gelmeyen bir bilgi, bir kavramsallaştırma vardır.) Günün en değerli, verimli saatlerini bazen karın tokluğuna, bazen kira ve çocuğunun boğazından bir lokma ekmek geçmesi için çalıştığı fabrikada, bir büroda, temizliğini yaptığı bir hastane ya da bir evde geçirmektedir. Yani mahalle sakini mahalle sakini değil, bir fabrikada işçi, bir okulda eğitim emekçisidir. Doktordur, hemşiredir, maden işçisidir, petrol işçisidir, kot taşlama işçisi ya da liman, tersane işçisidir. Belki de beyaz yakalı büro emekçisidir. Bütün hayatını buradaki etkinliğiyle üretebilmekte ya da üretememektedir. Dolayısıyla tanım buradan yapılmalıdır. Onun mahallesi de işçi mahallesidir.
İşyerindeki işçinin ya da emekçinin temel örgütü sendikalardır. İşyeri, her türlü etkin ya da edilgen oluşun belirlendiği yerdir. Köleci koşullarda çalışıp sesini çıkaramayan; sosyal haklardan, iş güvencesinden yoksun çalışıp, kendine patron karşısında bir duruş geliştiremeyen, yani sendikalarda örgütlü olmayan sınıf, mahallesinde de mahalle sakinidir. Ve ekmeğine, işine sahip çıkamayanın özgürlüğü de yoktur. Onun edilgenliği, egemen sınıfların özgürlüğünü geliştirir. Kâh Korede, kâh Afganistanda asker olur, özelleştirmenin hararetli savunucusu olur, milliyetçi politikalara yedeklenirken kendini dünyanın fatihi gibi hisseder
Sınıf olmak, bilinçli olmaktır, emeğine sahip çıkmaktır, örgütlülüktür. Sendikal örgütlülük ilk olarak; işçinin, emekçinin işyerinde sorunlarına sahip çıkması, talepleri ile harekete geçmesidir. Kendi işyeri temsilcileri, delegeleri ile sendika yönetimlerini şekillendirmesi ve işyerlerinden çıkan, giderek emekçi sınıfını temsil eden bir ortak iradenin oluşmasıdır. İşyerinde talebini oluşturan ve bu yönlü bir eylemi harekete geçiren sınıf, ancak yerelini ülke çapında daha genel bir taleple ifade olanaklarına kavuşur. Buradaki diyalektik ilişki, sınıftan yana siyasetin de temelidir. Böyle bir tutum, kendi sorunlarından hareket eden, kendi işini ekmeğini sahiplenen, her eyleminde kendi özgürlüğünü yeniden üreterek geliştiren, bu yolla krizin yükünü çekmeyen, asıl sahiplerine yıkan, ödeten bir sendikal ve siyasal etkinliği de üretir.
Kendi sınıf çıkarını değil, başkasının çıkarlarının parçası olanların, kendi durumuyla çelişkili oylar verenlerin, hep yönetiliyor gibi görünenlerin, halk kesimlerinin durumu eğitim, eğitimsizlik vs. ile açıklanamaz. Sorun elbette çok boyutludur; bir yandan mevcut uygulamalardan zarara uğrayan halk kesimlerinin siyasal olarak örgütsüzlüğü, diğer yandan işyerlerinden hareket eden, işyerlerini örgütleyen sendikal bir örgütlülüğün olmayışı, çaresiz bir kitleyi, edilgenleştirmekte, kendi içine kapatmakta, harekete geçtiğinde ise bireysel kurtuluş yollarına yöneltmektedir. Sorun, mevcut sendikaların, konfederasyonların sendikacılığı yönetim odalarında verilen kararlar, masa başlarında patronlarla, hükümet temsilcileriyle uzlaşmacılık sanmalarıdır. Sorun da, çözüm de emeğin harcandığı, alın terinin döküldüğü, üretimin yapıldığı yerdedir. Tahlil ve tanımlamalar da buradan, emekçinin kendini var ettiği odaktan yapılmalıdır. Çözüm; üretenin, işçinin, emekçinin işine, ürettiğine, giderek hayatına sahip çıkmasındadır. Sınıfın sendikasına sahip çıkması, işyerlerinden başlayarak, yerelden evrensele diyalektik bir ilişkinin, örgütlülüğün kurulmasıdır.
Sömürüden beslenenlerin sömürüyü kaldıracağını, baskı ve zulümden kendiliğinden vazgeçeceğini ummak, yanılgı olur. Diğer yandan, birilerinin de işçi sınıfına, emekçilere biçilen mahalle sakini rolünü benimseyerek, sınıf adına işler yapmaya kalkışması, onu, çok çok mahallenin iyi niyetli kabadayısı ya da yaramaz çocuğu konumundan öteye götürmez. Sömürü ve baskı yeniden üretilmiş olur. Emekçiler de bunun bir parçası olur. Bu durum da yılgınlık ve yorgunluk üretmekten öteye gitmez.
Gündemde olan Kürt sorunu üzerinden yürütülen tartışmalara da bu açıdan bakmak gerekir. On yıllardır yaşanan savaşın bedelini acısıyla, maddi kaybıyla hep emekçi sınıflar ödemiştir. Çözüme giden yolun en önemli kesimi de bu kesimin zaten işyerinde, mahallesinde kardeş olduğu; aynı yoksulluğu, baskıyı, korkuyu, güvensizliği ve güvencesizliği birlikte yaşadığı, ağırlığı işçi ve emekçilerden oluşan halktır. Tartışma, egemenlerin kendi arasındaki tartışma olarak anlaşılmamalı, buna izin verilmemelidir. Gündem emekçinin gündemi olduğunda emekçi için bir anlam taşıyacaktır.
Bu ülke eşitlik temelinde demokratikleşecekse, kamu emekçileri toplu iş sözleşmesi ve grev hakkına sahip olacaksa, işçi sınıfı ve bütün bir halk krizin bedelini ödemeyi kabul etmeyecekse, gerçek eylemin, gerçek tartışmanın, gerçek özgürlüğün merkezi işyerleridir. Sendikaların, işyerlerinden başlayan, buraların taleplerini öne alan bir programı, ancak sonuca götürür.
Sonuç olarak; sınıfın ileri unsurlarının, ileri işçilerin, sendikaların, sınıftan yana siyasal partilerin görevi, işyerlerinden başlayan; işçi, emekçi mahallerini de içine alan bir örgütlülüğü inşa etmek; etken, belirleyici kılmaktır. Ustalarımın ustasının dediği gibi: Bireyin kurtuluşu, toplumun kurtuluşuna bağlıdır. Ve örgütlü bir işçi sınıfıdır, ancak kendi kurtuluşunun ve insanlığın kurutuluşunun yolunu açacak olan. Haydi işyerlerine, örgütlülüğe, sınıfın birliğine, halkların kardeşliğine!..
GÜLHAN ŞİMŞEK - Eğitim Sen Ankara 3 Nolu Şube TİS Sekreteri
Evrensel'i Takip Et