01 Eylül 2009 00:00

‘Agresif inkarcılık’

Daha önceki yazımızda değindiğimiz gibi, Ermeni soykırımı inkarcılığı, 2000’li yıllarla birlikte agresif bir özellik kazandı. Bunun sonucu ise, Fransa’da Ermeni soykırımı inkarını, aynen Yahudi soykırımı inkarının inkarı gibi...

Paylaş

Daha önceki yazımızda değindiğimiz gibi, Ermeni soykırımı inkarcılığı, 2000’li yıllarla birlikte agresif bir özellik kazandı. Bunun sonucu ise, Fransa’da Ermeni soykırımı inkarını, aynen Yahudi soykırımı inkarının inkarı gibi cezalandırmayı öngören bir yasanın Meclis tarafından onaylanması oldu. Bu yasa hâlâ senatonun onayı için bekletilmekte.
Sonuç olarak, “Agresif inkarcılık”diye adlandırdığımız ve kriminal olayları da özendiren bu politikalar, aslında giderek, “keskin sirke” misali Türkiye’nin kendisine zarar vermeye başladı.
İşin acı olan tarafı “Hukuk”un ve “Yargı” kurumunun da, bu yönelimin araçlarından biri haline getirilmesi idi. Hükümet ise pasif tutumu hatta bazı üyelerinin açıklamaları ile bu eğilimlere cesaret verdi. (Bir yandan Kerinçsiz ve ekibi 2005 yılında akademik Osmanlı Ermenileri Konferansını İdare Mahkemesini devreye sokarak engellemeye çalışırken, eski Adalet Bakanı Çiçek’in, bu konferansa ilişkin olarak, yaptığı “Bizi sırtımızdan hançerliyorlar” açıklaması gibi.)
2004 yılından itibaren meydana gelen taciz ve saldırıları tam olmamakla birlikte şöyle özetleyebiliriz:
* İstanbul’da akademik içerikli bir Ermeni konferansı, mahkemeler dahil her araç kullanılarak engellenmeye çalışıldı. Eski başbakan yardımcısı Erdal İnönü, IHD İstanbul Şube Başkanı Eren Keskin, ulusalcıların yumurtalı saldırısına uğradı.
* New York’ta ve Hollanda’da Taner Akçam konferansları sırasında taciz edildi.
* İngiltere ve Fransa’da Ermeni anıtları saldırıya uğradı.
* İstanbul Rumları konferansı taciz edildi, daha sonra konferans tutanakları çalındı.
* İstanbul Rum Patrikhanesi ve Patrik sürekli taciz edildi.
* Protestan Türk cemaati küçük ulusalcı gruplar tarafından taciz edildi.
* İstanbul’daki 6-7 Eylül sergisine saldırıldı.
* YKY Konferans salonunda Mete Tunçay ve Fethiye Çetin taciz edildi.
* Agos gazetesi, tehditler ve gazete önündeki gösteriler ile sürekli olarak ulusalcı gruplar tarafından taciz edildi.
* Hrant Dink, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Murat Belge, Baskın Oran vd. yazar ve gazeteciler uydurma ihbarlar sonucu mahkemeye verildiler ve davaları sırasında taciz edildiler.
* Ermeni Patrikhanesi ve Patrik sürekli tehditlerle yüz yüze kaldı.
* Katolik rahipler saldırıya uğradı ve bunlardan biri öldürüldü.
* Hrant Dink öldürüldü.
* Malatya’da Hıristiyan yayıncılar öldürüldü.
* Süryani din adamları tehdit edildi, bunlardan biri kaçırıldı.
* Ve nihayet 2009 yılında “Ergenekon Terör Örgütü”ne yönelik soruşturmalar sırasında, Ermeni Patriğine, Sivas Ermeni toplumu önderine, Orhan Pamuk’a, Alevi toplumu önderlerine yönelik suikast hazırlıkları olduğuna ilişkin belgeler ortaya çıkarıldı.
“Agresif inkarcılık” sonunda, kendi boyutlarını aşıp, sadece azınlıkları tehdit eden bir olgu olmaktan çıktı ve bütün siyasal sistemi tehdit eder konuma yükseldi. Başbakan Erdoğan’a yönelik bir suikast girişimi ve bir hükümet darbesi hazırlığı ortaya çıkarıldı.
Bu durum, 1925 yılında genç cumhuriyetin ittihatçılar tarafından düzenlenen suikast girişimi ile yüz yüze kalmasını hatırlatıyordu. O zaman da Mustafa Kemal, bu suikast girişiminin de verdiği ruh hali ile Los Angeles’te bir gazeteye, Ermeni kırımına da değinen bir demeç vermişti.
Ne yazık ki, yukarda sayılan olayları örgütlü bir biçimde sürdürenler, yasal olarak soruşturulmadığı gibi, bunların verdiği dilekçeler sonucunda birçok aydın, gazeteci ve yazar, “mahkemeyi etkilemeye çalışma” suçlaması ile yargılandılar. Ve mahkemeleri sırasında da, bu grupların çirkin hakaret ve tacizleri ile yüz yüze kaldılar. Bundan dolayı da, bu gruplara yönelik herhangi yasal bir soruşturma da açılmadı. Aslında yukarıdaki liste alt alta getirildiğinde başlı başına bir yargılama konusu olabilirdi. Hrant Dink Cinayeti Davası, Danıştay saldırısından daha çok ipucu içermesine karşın “Ergenekon Terör Örgütü” diye adlandırılan dava ile birleştirilmedi. Belki de bütün sistemin Ergenekon denilen yapılanma ile ne kadar iç içe geçtiği sergilenecek korkusuyla.
Agresif inkarcılığın kullandığı en son araç ise, “kişisel hakların ihlal edildiği” iddiası ile mahkemelere başvurulması ve yüksek tazminat cezaları talep edilmesi oldu.
Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu’na hükümet için hazırladıkları Azınlık Hakları Raporu hakkında, bu çevrelerin ihbarı üzerine hemen dava açan ve mahkum etmekte ısrarlı olan ve ancak bakanın izin vermemesi sayesinde durdurulabilen mahkemeler, bu ikiliye kamu önünde yapılan açık hakaretleri, “düşünce özgürlüğü” olarak nitelendirip, beraat verebildiler.(*) Yıllar önce, Yaşar Kemal’e hakaret eden İzmir Belediye Başkanı’nın beraat ettirilmesi gibi.
Ama yine aynı mahkemeler, CHP Milletvekili Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın Mavi Kitap ile ilgili davranışını eleştiren Taner Akçam hakkında “hakaret” davası açılmasını uygun görebilmiş, hatta onu mahkum edebilmiştir.(**) Ve Taner Akçam’ın görüşlerine yer veren Agos ve Birikim dergileri ve Mavi Kitap’ın Türkçe basımının editörü Muzaffer Erdoğdu da zincirleme biçimde mahkum oldular. Yargıtay kurumundaki hakimler de bu kararı onaylayabilmişlerdir. Bu durum, Yargıtay kurumunun da artık adaletin sağlanmasında işlevsiz hale geldiğini göstermektedir. Hrant Dink Davasında da, Yargıtay’da onun beraatini isteyen Başsavcıya karşın, “Türklüğe hakaret” edildiği kararı, bazı mekanizmaların harekete geçmesi sonucu onaylanabilmişti. (***) Ve bu, aslında Hrant Dink için örtülü bir “ölüm kararı” anlamına gelecekti. İş sadece “birisinin” infaz etmesine kalmıştı. Hrant Dink Davasının gidişi ise, hâlâ belli bir aşamanın ötesine geçememiştir. Bu davanın, “Ergenekon Terör Örgütü” sanıkları ile olan doğrudan ilintisine karşın, mahkeme ısrarla, iki dava arasında ilinti kurmaktan kaçınmaktadır.
Hrant Dink hakkında açılan ve diğer sanıklar hakkında mahkumiyet ile sonuçlanan en son dava ise, 1915 olayını “soykırım” olarak nitelendirmesi ile ilgili dava idi.
Benzer bir şekilde, 1915 devlet soykırım yapmıştır ifadesinden dolayı Yazar Temel Demirer hakkında, Adalet Bakanı onayı ile dava açılmıştır. Adalet Bakanı son noktayı şu ifadesi ile koymuştur: “Ben devletime katil dedirtmem.”
Oysa, Dadrian/Zarakolu Davasında çıkan 1997 tarihli beraat kararı, bir içtihat olmuş, 1915 Ermeni Soykırımı ile ilgili çıkan yeni kitaplara dava açılmamıştı. Sonuç olarak Yargı mekanizması, bu mahkumiyet kararı ve Temel Demirer’e açılan dava ile, 10 küsur yıl öncesine dönmüş oldu. 301, artık Ermeni soykırımını tartışmayı engelleme amacıyla da kullanılmaktadır ve kullanılabilecektir.

(*) Baskın Oran’a yönelik hakaret kampanyası nedeniyle, kendisinin açtığı bütün hakaret davalarında mahkemeler bunların hakaret değil, “düşünce özgürlüğü” olduğuna karar verdi. Pardon, tek davada Baskın Oran’a hak verildi, onu da Yargıtay bozdu. Yargıtay’ın hakaret bulmadığı cümle şu: “Bu raporu yazanlar her kimse, yazdıranlar her kimse (yani Oran’ı yalnız bırakan Erdoğan hükümetini kastediyor), millet bunları tükürüğüyle boğar. Azınlık arayanlar, analarına babalarının kim olduğunu bir kez daha sorsunlar.”
(**) Taner Akçam’ın Şükrü Elekdağ’ın TBMM’yi Mavi Kitap’ın iptali için İngiliz Parlamentosuna mektup göndermeye yönlendirmesini, “skandal”, “TBMM’yi küçük düşürecek bir eylem” olarak nitelendirmesini, mahkeme “eleştiri sınırını aşan” bir edim olarak nitelendirdi.
(***) Bu dosyada, Hrant’ın beraatini isteyen yargıçlar, arkadaşları tarafından “hain” olarak nitelendirildi. Bu kutupsallaşmanın boyutunu gösteren ilginç bir örnektir.
RAGIP ZARAKOLU - Gazeteci-Yazar
ÖNCEKİ HABER

Pimi çekilmiş bomba!

SONRAKİ HABER

Tarım ilacı şirketlerinin truva atı: GDO’lu ürünler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...