01 Eylül 2009 00:00

DURUM

Geçtiğimiz günlerde Hürriyet gazetesinden Soner Yalçın, "Söz sırası iki tarihçide" başlıklı bir makale yazdı. İki tarihçi, Halil İnalcık ve Kemal Karpat'tı.

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde Hürriyet gazetesinden Soner Yalçın, "Söz sırası iki tarihçide" başlıklı bir makale yazdı. İki tarihçi, Halil İnalcık ve Kemal Karpat'tı. Soner Yalçın şunları belirtiyor: "Son dönemde yayınevleri 'nehir söyleşileri' adı altında biyografiye yönelik röportaj kitapları çıkarıyor. Size bu kitaplardan ikisini tanıtmak istiyorum. Söyleşisini Emine Çaykara'nın yaptığı, 'Tarihçilerin Kutbu: Halil İnalcık Kitabı' ve röportajını Emin Tanrıyar'ın gerçekleştirdiği, 'Dağı Delen Irmak; Kemal H. Karpat Kitabı'. TBMM Onur Ödülü sahibi iki tarihçi, bu söyleşilerinde Türkiye'nin konuşup tartıştığı konular/meseleler üzerinde de görüşlerini dile getirdi." Biz burada İnalcık'ın ordu üzerine düşüncelerini, bir makalenin elverdiği sınırlar içerisinde kısaca irdelemek istiyoruz.
Halil İnalcık, bilindiği gibi önemli bir tarihçidir. Ancak önemli bir tarihçi olması, ne tarihe ilişkin, ne de güncel sorunlara ilişkin söylediği her şeyin, yaptığı her tespitin doğru olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin İnalcık, orduya ilişkin şunları söylüyor: "Memleketi istiladan kurtaran subaylardır, ordudur. Memleketimizi Batılı bir toplum haline getiren ordudur, Mustafa Kemal'dir. Bugün Türkiye'de güçlü bir ordu olmasa; Ermenistan hazır, Rusya hazır, Yunanistan hazır, Suriye bile Hatay'dan vazgeçmiş değil. Dört taraftan çevrilmiş durumdayız. Eğer güçlü ordumuz olmasa, Türkiye ertesi gün parçalanır. Güçlü bir ordu Türkiye için zarurettir. Kim etrafımızdaki tehlikeleri günü gününe takip edip dosyalıyor; ordu, Genelkurmay. Demek ki bizim emniyetimizi, güvenliğimizi devamlı bir şekilde takip eden, gereklerini yerine getiren bir kurum var."
Bu düşünceleri neresinden eleştirmeli? Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'in örgütçülüğü herhalde tartışılmaz. Ancak ordunun bir meşruiyete sahip olabilmesi; savaşı örgütleyip, merkezileştirebilmesi -işgale karşı yerel direnişler çok erken başlamıştır- yapılan yerel kongreler sonrasında oluşturulan yeni Meclis sayesinde olmuştur. Başkomutanı atayan da Meclis'tir! Meclis askere almayı, vergi toplamayı, halkın tüm fedakarlığını harekete geçirmeyi karar altına alıyor ve bunun yolunu açıyor ve orduyu görevlendiriyorsa, o zaman ordu savaşacaktır! İnalcık bunları bilmez mi? Genelkurmay kendine göre bir tarih yapıyor, 'Ülkeyi ben kurtardım, cumhuriyeti ben kurdum' diyor ve İnalcık gibi bir tarihçi, olaylara bu pencereden bakıyor. Oysa ordu komuta heyetinde İttihatçılar çok güçlüdür ve kafalarındaki kurtuluş sonrası Türkiye de çok farklıdır! Kemal'in daha geniş bir temele dayanması zorunlu ve gerekliydi.
Diğer sorunlara gelince; doğrusu, ordunun iyi dosya tuttuğu artık çok iyi biliniyor. Bunun üzerine "andıçlar" ortaya çıkıyor, fişlemeler yapılıyor. Ordunun kurmay heyeti sadece bunları yapmakla kalmıyor, ülkenin iç politikasına ilişkin genel sınırları da belirliyor. Bütün bunları yapan ve üzerinde hiçbir denetim bulunmayan ordunun, "pimi çekilmiş el bombası" gibi ortalıkta dolaşması çok mu garip? Saygın tarihçimize göre bütün bunlar garip değil. Ordumuz bizi "Ermenistan'a, Rusya'ya, Yunanistan'a, Suriye'ye karşı koruyor, dört taraftan çevrilmiş ülkeyi parçalanmaktan koruyor". İnalcık; ülkeyi parçalamak, zor durumda tutmak isteyen güçlere, özellikle Kürt sorununu dikkate alarak, ABD ve AB'yi de ekliyor! Geriye ne kaldı? Çin ve Japonya mı? Herhalde onların da ülke üzerinde mutlaka gizli hesapları vardır!
Peki ülkeyi yönetenlerin öncelikle sınır komşularına yönelik "gizli emelleri" neler? Kıbrıs'ı yutuverseler, Yunan adalarını bir punduna getirip yeniden kendilerine bağlasalar, Irak'ın Kürt bölgesine girip ortalığı bir düzleseler, bu arada Kerkük'ü halletseler, Suriye Hatay diyorsa, ona karşılık Halep ata toprağı değil mi; Ah Lübnan, Zeytin Dağı bekle bizi, Ermenistan zaten fazla olmuyor mu, şu Kafkas halklarını Rusya'ya karşı nasıl kullanabiliriz acaba? vb. vb... Peki ABD, Rusya, Almanya ve Fransa, Japonya ve Çin, birbirlerine karşı hangi "gizli emelleri" besliyorlar acaba? Bu sorular böylece uzayıp gidebilir.
Ama Hoca, senin ordu anlaşılan dostunu ve düşmanı pek seçemiyor? 12 Eylül paşaları Yunanistan'ın NATO'ya dönmelerine onay vermişlerdi. ABD'ye ise sadakatle hizmet ediyorlar, üstelik bir de ülkenin AB'ye girişine karşı olmadıklarını söylüyorlar. Bir de senin ordunun bazı generalleri, Rusya ile Avrasya İttifakı kurma peşinde koşuyorlar! Hoca, anlaşılan senin ordu kendini biraz fazla dağıtmış. Belki de tarih bilincini yitirdi, Kurtuluş Savaşı derslerini unuttu! Bir tarih semineri yararlı olur mu acaba?
Ama galiba işin doğrusu şu Hoca; Kapitalist-emperyalizmin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada ittifaklar ve düşmanlıklar çıkarlara göre belirleniyor. Ama çıkarlarını savunanlar, savunma gücünü gösterebilenler, ekonomik olarak güçlü olan büyük devletler. Ülke ve onun pek sevdiğin ordusu, ABD'ye, NATO'ya, IMF'ye, DB'ye göbekten bağımlı. Eskiden atla, kılıçla bu işler nispeten kolaydı ama, şimdi uçakla, tankla, füzeyle bu işler görülüyor ve ordu, büyük ağabeyleri ABD olmadan bu araçların hiçbirine sahip olamıyor; olunca da nereye kullanacağının tekmilini vermesi gerekiyor. Hocam, senin ordunun ve iş birlikçi ortaklarının -örneğin Koç gibi- ülkeyi getirdiği yer maalesef burası!
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Kriz sadece işçiye mi var?

SONRAKİ HABER

Kürt Açılımı’ndan, milli birlik projesi'ne

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...