03 Eylül 2009 00:00

ÖZGÜRLÜKLER

İki ya da daha fazla ülkenin birbirleriyle çatışmasında olduğu kadar bir ülke topraklarında cereyan eden çatışmalarda da uygulanan bir hukuk dalı var: İnsancıl Hukuk. Buna “savaş hukuku” ya da “silahlı çatışma hukuku” da...

Paylaş

İki ya da daha fazla ülkenin birbirleriyle çatışmasında olduğu kadar bir ülke topraklarında cereyan eden çatışmalarda da uygulanan bir hukuk dalı var: İnsancıl Hukuk. Buna “savaş hukuku” ya da “silahlı çatışma hukuku” da denilebiliyor. Türkiye’deki duruma devlet yetkilileri savaş durumu demiyorlar. “Terör” deyip geçiyorlar. Askeri çevreler ve bazı yazarlar da “düşük yoğunluklu çatışma” ve benzeri nitelemelerde bulunuyorlar.
Ancak sonuçlar hiç de öyle “terör” tanımıyla yetinilecek ve anlam kazanacak bir olguyla karşı karşıya olduğumuzu göstermiyor. Sıradan şiddet olayını aşan bir durum var. Nedir bu? Beş bin güvenlik kuvveti, beş bin sivil vatandaş ve 35-40 bin PKK mensubu yaşamını yitirmiş. Nasıl bir terördür bu? Bakın, 3 bin 700 köy ve mezra zorla boşaltılmış, yakılmış yıkılmış. Devlet kendisi söylüyor: “Alan hakimiyeti (savunması) stratejisi” uyguladık diyor. Köyler insansızlaştırılıyor. Bu çatışmanın maliyetiyle ilgili 100 milyar dolardan 300 milyar dolara kadar bir miktardan söz ediliyor. Doğanın tahribinden -birkaç Avrupa ülkesi büyüklüğü kadar bir coğrafyadaki tahribattan, hiç söz etmeyelim.
Savaş vardı ve var. Elimize çan alıp çalmamız lazımsa çalalım. Savaş var! Ege ve Akdeniz sahillerinde oturan, yazlıkta olan ya da oralarda dinlenen vatandaş! Büyük kentlerde Orta Anadolu, Karadeniz, Akdeniz, Marmara’da yaşayan vatandaş! Savaş var! Hem de 25-30 yıldır var. Senin evladındır ölenler. Doğu’da, Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlar biliyorlar bunun savaş olduğunu. Birkaç saatlik şehirlerarası yolculuklar, ilçeden illere, köylerden il ve ilçelere, beş altı kez yapılan aramaları biliyor insanlar. Biliyor insanlar yasakları. Kendilerini inkar edenleri ve kendini inkar edeceksin komutlarını. Ya da insan onuruna aykırı yasaları ve uygulamaları…
Herkes bilmeli. Herkes devlet pratiğinin bu konulardaki faşizan özelliğini bilmeli. Vatandaşlardan bir kısmına -bu örnekte Kürtlere- ayrımcı, aşağılayıcı muamelede bulunduğunu herkes bilmeli. Dil yasağı insan onuruna aykırı bir yasaktır. Bunu yıllardır uyguladı bu devlet. Bu uygulamaları eleştirenleri de eski, 785 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 142/3. maddesine göre ‘milli duyguları zayıflatma’ suçunu işledikleri gerekçesiyle yargıladı ve cezalandırdı. Pek çok günahı var devletin. Devlet ne, kim? Hakim, savcı, asker, polis, tapu memuru ve benzeri. Devlet bu. Yasa uygulayan görevliler. Kimi yasayı uyguladı, insan onuruna aykırı yasaları, kimi de daha ileri gitti. Baskıyı yoğunlaştırdı, haksızlıkları çoğalttı…
Şimdi bir hava oluştu. İyimserliğin zarafeti salınmaya başladı… Çok iyi. Bu umut bile yaşandı ya, çok iyi…
Ama iş daha yeni başlıyor, sorunlar çok ve çetin. Hak ve özgürlük meselesi tamam. Yol haritaları pratik sorunlardan yola çıkarak oluşturulabilir. Evrensel standartlar var ve o standartlara dayalı demokrasiyi istiyoruz.
Peki savaş ne olacak, savaşan taraflar? PKK bünyesindeki insanların statüleri ne olacak? Nasıl bir hukuk uygulanacak onlara? Silahsızlanma süreci nasıl bir süreç olacak? Cezaevlerindekiler, dağdakiler, İmralı ne olacak? İşin bu tarafında hangi ilkeye göre hareket edilecek? Geçen hafta biz tezimizi söylemiştik. Haklarda ve özgürlük talebinde maksimalist olmak ama statüter durumlarda, idari konularda ve benzerlerinde minimal yaklaşımlara da hazır olmak… En kötü barış bile iyidir demiştik… Cicero’nun sözü ve fikri bize cazip geliyor.
Savaş ve barış hep olmuş. Sonsuz barış nasıl sağlanır, sağlanabilir mi? Kant’ın önermesi geçerli midir hâlâ? ‘Dünya hükümeti’ fikri… Bir daha düşünelim.
Memlekette bir rüzgar esiyor şimdilerde. Koster arızası da dilekçe sansürü de mümkündür. Ya da kolaylıklar… Devlet isterse çözer sorunları. Sorunun kaynağı zaten devlet. Yasa ve uygulamalarıyla devlet… Barışı, devlet isterse bir günde getirir.
İstemezse ne olur? Savaş olur, terör olur. Sağa sola bomba koyarlar, mayın patlatırlar, provokatif eylem yaparlar, yaptırırlar. Devlet isterse ama bunların hiçbiri olmaz ve barış gelir. Devletin barışı istemesini istemeliyiz.
Talep etmeliyiz barışı. Ve almalıyız, kazanmalıyız barışı… Devlet ve tabii ki PKK adım attıkça, doğrusu barış da gelir memlekete, huzur da… O zaman herkes için hak ve herkes için özgürlük de yaşanmış olur. Türkler, Kürtler, Ermeni, Rum, Çerkez, Çingene herkes için…
HÜSNÜ ÖNDÜL
ÖNCEKİ HABER

Kürt sorununa çözüm talebi

SONRAKİ HABER

ENGELLİLER METROBÜSTEN DAVACI

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...