6 Eylül 2009 00:00
NOT
30 Ağustos günlerini, epeyce yıpranmış güçlü ordu imajını tazelemek için tam bir psikolojik harekata çeviren Genelkurmayın kilitlendiği nokta, doğaldır ki onun en zayıf halkası oldu. Adı anılmasa da, açılımla birlikte Kürt sorunu bağlamıydı bu. Bu en zayıf halkaya dair verilen her mesaj, deyim yerindeyse, kendisi de inanmıyordur herhalde dedirtecek cinstendi.
İşte bir örnek:
Genelkurmay Başkanı, teslim olduktan sonra salıverildiği belirtilen PKKlilere atıfta bulunarak, Kürt sorununa ilişkin askeri açılıma bir kez daha işaret etti: Teslim olsunlar, Türk adaletine güvensinler!
Gelinen bu noktada bile, kan ve acı dışında hiçbir getirisinin olmayacağı biline biline bu dilden vazgeçilemiyor. Askerin açılımı bu mu oluyor acaba; açılmaya dönük kapıları sıkı sıkıya kapatmak! Kurum kültürü, kurum ahlakı vb. denilen bu olsa gerek!
Biraz ciddi olunamaz mı? Herkesin açılım fikirleriyle boy gösterdiği bu dönemde, koskoca silahlı kuvvetler böylesi önerilerle bu denli komik duruma düşürülebilir mi?
Oluyor işte!
Bir şeylere güvenmedikleri için çareyi dağa çıkmakta arayanlar, neye güvenecekler?
Türk adaletine!
Adalete değil, Türk adaletine!
Yani, Adalet yok, Türk adaleti var!
Bu bile başlı başına bir sorun ve güvensizlik kaynağı değil midir zaten?
Türk adaleti, başkalarının reddi üzerinden tesis edilen bir adaletsizliktir.
Türk adaleti denilen, bu ülkenin kadim değerlerini, zor ya da asimilasyon potasında eriterek Türkleştirme adaletsizliğinden başka nedir ki?
İnsanlar tektekçi adaletsizliğe güvensin isteniyor, mümkün mü?
Bir Kürt neden Türk adaletinin insafına güvenip güvenmemek durumunda kalsın ki?
...
Bu da 30 Ağustos töreninden...
Basından öğrendiğimize göre; törende vatandaşın arasına karışan Genelkurmay Başkanı, ağlayarak yanına gelen ve Komutanım Kürt açılımı istemiyoruz, vatan bölünmesin diye kendisine sarılan genç kızı Korkma, bölünmez, böldürtmeyiz diye teskin etmiş!
Vatandaş işte; numara falan da yapmıyor, gerçekten korkuyordur kızcağız...
Kürdün Kürt olarak resmen kabulü, ülkenin bölünmesi, vatan toprağından feragattir onun için. Vana, Diyarbakıra vizesiz gidememek, Munzurun gözelerini, Hakkarinin Berçelanını pasaportsuz görememektir belki...
İsteyenin Kürtçe eğitim almasını, artık rahatlıkla Türkçe konuşamayacağı, anadilinin etkinlik alanının daralacağı şeklinde algılamaktadır belki de.
Resmen Kürtlü bir ülkede yabancı muamelesi göreceğinden korkuyor da olabilir, vs...
Hepsi de korkmaya değerdir doğrusu!
Korkunun girdabındaki yurdum insanıdır o!
Korkmaktadır ve tam da adresine sığınmaktadır!
Bütün o korkularla şekillendirip yönlendirdikleri ve yıllara dayanan iktidarlarını böylesi bir güdümlü toplumsallık üzerinden devşiren birilerine de doğrusu çok yakışmaktadır, Korkma yanıtı!
Traji komiklik bu olsa gerek...
Korkuya salınanın korkuyu üretenden medet umması!
Korkutanın, korkana vasi olması...
Ve bütün bunların 30 Ağustosta yaşanmışlığı...
Genç kızımız, Kürdün Kürt sayılması korkusunu 30 Ağustos 2009da ağlayarak yansıtıyor.
Peki, yıldönümü kutlanan 30 Ağustos 1922de, Kürt, Kürt olarak kabul edilmiyor muydu? Yıllardır kutlanan zafer, tam da böyle olduğu için kazanılmamış mıydı?
İşgal edilerek bölünmüş vatanı bölünmüşlükten kurtaran kurtuluş mücadelesinde Kürtler Kürt olarak yer almamış mıydı?...
Bugün hem korkutan ve hem de korkma diyenlerin tarihi öncellerinin kur(t)uluştan sonraki inkarları değil midir, bugünkü bölünme korkusunun kaynağı?
Kürtler biz bölünmek değil, demokrasi istiyoruz dedikçe, demokrasiye evet ama Kürde hayır anlamına gelecek dahiyane formüllerle anlaşılır kılınmaya çalışılan, biraz da bu korku cenderesidir işte.
Bugün Türkiyenin bölünme olasılığı tartışılacaksa, bu, Kürtlerin hak taleplerini değil, bölünme korkuluğunu sallayarak hak ve özgürlük düşmanlığı yapanların çözümsüzlük ısrarlarını tartışmayı gerektirmektedir.
Gerçek bölücüler gün gibi ortadadır işte!
VEDAT İLBEYOĞLU
Evrensel'i Takip Et